Çok sevdiğim Behzat Ç. dizisinin 78. bölümü pek çok açıdan büyük bir başarıya imza atmış bir bölüm. Tüm bölümün tek mekanda geçmesine rağmen akıcılığını kaybetmemesi bile tek başına büyük başarı.
Ben burada rahatsızlık duyduğum başka bir konuya değineceğim. Hatta eskiden izlediğimiz origami programları gibi burada yazılmışı var diyerek üzerinden gideceğim. Şimdi paylaşacağım yazının yazarı bölümde bana da rahatsızlık veren kısımları çok güzel dile getirmiş. Ara ara yazıyı böleceğim.
"78. bölüm cesur ve çok özel bir bölümdü, tek mekan içinde bu kadar uzun
bir bölümü başarıyla kotarmak çok zor iş, emeği geçen herkese tebrikler,
beğendik ettik vesaire. Ama bu bölümden, herhangi bir dramatik zaman
öldürgecinden fazlasını çıkaracaksak, bence üzerinde düşünmemiz gereken
iki önemli konu var: Birincisi, Eda'nın gönderilmesi, ikincisi de Hayalet'in ergenliğindeki tacizi, bunu anlatırkenki neşesi ve
diğerlerinden aldığı tepkiler.
Behzat Ç. senaristlerinin kadın sorunu hakkında sabıkası yok değil ("menopoz teyze"
hakaretini hatırlayalım) ama bu iki konuda bana kalırsa izleyiciyi
dürtükleme amacı vardı (Eda'nın "cinsiyetçilik yapmayın amirim" çıkışı
ve Hayalet'in "yok la daha çok utansın diye yaptım" demesi,
senaristlerin tablonun farkında olduklarının göstergesi). Biz de
"memişleri nondik nondik elledim dedi ya la ahaha" ile, "of ne muhabbet
döndü şu ortamda be" ile kalmayalım, dürtüklenelim, huysuzlanalım biraz
öyleyse."
Hayalet'in tacizi anlatırken gözlerinin parıltısının aşık olduğu, hoşlandığı kadını anlatırken bile bu kadar güçlü olmadığını görüyoruz bu sahnelerde. Yok azizim, Hayalet'in gözleri 77 bölüm boyunca ne olursa olsun böyle parlamadı! Ilgın'ın aşkı bile parlatmadı gözlerini öyle. Bu toplumda bir erkek taciz ettiği kız yerine aşık olduğu kadını bu şekilde anlattığında bir şeyler değişecek...
"Eda'nın kalma ısrarına rağmen gönderilmesi hakikaten
ağır öküzlük, ağır rezillik, çok büyük kabalıktı. Ama gözümüzde o iç
dökme sahnelerini Edalı canlandırmaya çalıştığımızda bunun bu beş cahil
erkek için mecburiyetini de anlayabiliyoruz. Öncelikle, kimsenin Eda ile
hayatı diğerleriyle olduğu kadar ortaklaştırmışlığı yok. Yani arada
büyük bir samimiyet, güven, müşterek tarih farkı var. Eda hiçbirinin
(Harun'un bile) o kadar yakın dostu değil. Bu anlaşılabilir olsa da o
kadar öküzce gönderilmesine yetmeyecek bir gerekçe. Daha önemli, daha
düşünmeye değer gerekçe şu bence: Akbaba da, Behzat da bir kadın
arkadaşlarının yanında o kadar açılabilecek, duygusallaşabilecek,
ağlayabilecek, göz yaşı dökebilecek insanlar değil. Neden peki? Yani bir
erkeğin yanında dökülüp saçılmakla, bir kadının yanında dökülüp
saçılmak arasındaki fark tam olarak nereden geliyor? Mesela "erkek adam
ağlamaz" saçmalığı burada da etkin, ama yeterli değil, çünkü pekala
ağlıyor. Ama bunu bir kadın arkadaşının önünde yapamayacak bir karakter. Akbaba bunu çok iyi biliyor, "Eda sen varken olmaz, benim hatırım için
nolur git" diyor. Aslında erkekler de ağlıyor, yerlerde sürünüyor ama bu
sır erkekler arasında kalmalı gibi bir düşünce mi var? Yani erkek,
işgal ettiği toplumsal konumun sınırlarını aslında pekala delebiliyor,
ama bunu yaptığına bir kadının tanık olmaması mı gerekiyor? Erkeklik,
asıl o zaman, bir kadının tanıklığıyla mı deliniyor? Nasıl
açıklayabiliriz bunu bilmiyorum, ama her açıklamanın ataerkil toplumsal
cinsiyet biçimlendirmelerine çıkması kaçınılmaz görünüyor."
Dikkat! Burası çok önemli:
"Küfür
meselesi var bir de Eda'nın gönderilmesinde. Aslında o küfürbaz öküzler,
kadınlığı aşağılayan o iğrenç küfürleri her ettiklerinde "kusura bakma Eda" diyerek bir bakıma suçlarını itiraf ediyorlar. Behzat, "ebesini
sikerim" dediğinde Harun'dan niye özür dilemiyor? Niye 'Akbabacım kusura
bakma,' demiyor da, Eda'ya diyor? Çünkü sezgisel düzeyde, birinin "ebesini
sikmenin" bir tehdit olarak kullanılmasında, sikenin, sikilene üstünlüğü
göndermesi yapıldığının herkes farkında. arkadaş, benim ebemle sevişin,
ikiniz de boşalın, sonra sarılıp huzurla uykuya dalın, ne güzel lan
işte? Bunu tehdit haline getiren, bir saldırı unsuru yapan şey, tam
olarak Harun'dan değil de Eda'dan özür dilenmesinin sebebini
oluşturuyor. Ortada bir cinsel münasebet varsa, "sikenin" "sikilen"
üzerinde kurduğu bir iktidar varsayılıyor, kadının sevişmedeki rolü,
cezasını çeken bir mahkumun rolüne dönüştürülüyor. Eda'dan dilenen her
küfür özrü, bunu aslında çok da bilinçli olmasa da açığa vuruyor.
"Edacım kusura bakma, birbirimizle yine kadınlığı aşağılayan, erkekliği
yücelten, cinselliği tabulaştıran varsayımlar üzerinden iletişim kurduk,"
deniyor. Unutmayalım, hiçbirimizi leylekler getirmedi, ezici
çoğunluğumuz bir erkeğin bir kadının "amına koymasıyla" dünyaya geldik.Bu karşılıklı bir zevk etkinliği olmalı arkadaş, bir tehdit, saldırı,
fetih unsuru değil."
İtiraf ediyorum, şimdi gelecek Akbaba'nın orospu çocuğu dediği kısım benim dikkatimi çok çekmedi, dizideki küfürlü konuşmalara kulağımız alıştığı için benim için arada erimiş gitmiş.
Ek: Bipli izlediğim için fark etmemişim, bipsizini izlerken aklıma geldi.
"Ve yahu, Akbaba'nın, sevgilisinin bedenini
pazarlayan adam için "orospu çocuğu" demesi kadar ironik, trajik bir şey
olabilir mi? Adam pezevenk, senin sevgiline zorla "orospuluk"
yaptırıyor, ama bunun üzerine senden duyduğu küfür hala orospu çocuğu
oluyor. Durum o kadar vahim, tutarsız, saçmasapan ki, artık "e lafın
gelişi" demek bana kalırsa kurtarmıyor çünkü laf yine kadınlığı
aşağılayan, erkekliği yücelten, cinselliği tabulaştıran bir yerden
geliyor. Yani o laf, yola oradan çıktı ve o laf hep oradan gelecek,
anlatabildim mi? "Orospu çocuğu" olmayı kötü yapan şeyi bana tam olarak
tarif etmeni rica etsem, oturur biraz daha ağlarsın lan Akbaba. Peki
bunları kurtaracak başka bir savunma var mı? Akbaba samimiyetle "ya aga
ben öyle demek istemedim, kastettiğim şey tabi ki o değil gerizekalı
mıyım lan ben" diyebilir, bunu söylerken dürüst de olabilir mesela. Ama
bu, ataerkil söylemin, pratik, gerçek, nedensel etkinliğini
yanlışlayamıyor çünkü insanların eylemleri aslında çoğu kez çok
derinlere kodlanmış bu tutarsız düşünce öbekleri tarafından yönetiliyor
ve eylemlere yön veren bu öbekleri yaşatan, onlara can veren,
nabızlarını daim kılan şeylerin önemli bir kısmı (tamamı?), tam da bu
tür söylemler. Yani ataerkil söylem, yalnızca "bak gördün mü, Akbaba o
adam orospu çocuğu derken, Behzat Ç. Eda'dan özür dilerken mantıksal
tutarsızlığa düştü" gibi entelektüel bir akıl yürütmeye oyuncak değil,
boşanan karısını bıçaklayan adamın, o bıçağı o etten içeri sokabilmesini
sağlayan gerçek, maddi nedenlerden biri. O adam, böyle söylemler
arasında büyüyor ve erkekliği yücelten, kadınlığı aşağılayan, cinselliği
tabulaştıran o "mesajı" çok iyi alıyor. O mesaj, onun, hepimizin çok
içlerine, iliklerine işliyor. Yani durum ciddi. sen ataerkil bir söylemi
her telaffuz ettiğinde, o bıçağı o etten içeri sokan, o tokadı
patlatan, cahil cühela ebeveynlere yalnızca maddi kaynakların değil,
ilgi, sevgi, şefkat ve saygının aslan payını erkek kardeşe verdiren o
ideolojik formasyonu yeniden üretiyor, ona kan veriyorsun.
Toparlayacak
olursam, Eda'dan ileriki bölümlerde sert ve sarsıcı bir tepki
bekliyorum bu cehalet ve ağır öküzlük için. Hadi kız, görelim seni.
İkinci
düşünülmesi gereken, bence, Hayalet'in ergenliğindeki taciz hikayesi ve
belki de ondan çok, ne Behzat'ta, ne Harun'da, ne Akbaba'nın kendisinde, ne
de sözlük yazarlarında "asdflkjşljş"dan öte bir tepki uyandırması. Senaristlerin, fazla saf değilsem, aslında burada aynaya bakıp
hesaplaşmamızı talep ettiğini düşünüyorum. O kısmı birebir hatırlatayım:
"Behzat: İlk ellediğin memeyi hatırlamıyon sen, öyle mi?
Hayalet: Hatırlıyom hatırlıyom da, öyle boştan, saçma bişey. Sonra şeyaparım abi, başka bi zaman ben sana anlatırım onu ya.
Behzat: Yok lan anlatma zaten ne anlatıcan bana, anılara saygısızlık olur, olur mu öyle şey.
Hayalet: Ya yok abi anısı manısı da yok abi ya, şey, komşunun kızı... ergen
dönemimiz işte. Bunun şeyleri, memişleri çıkıyo, utanıyo salak, kenara
köşelere saklanıyo falan. Ben de gel kız buraya dedim, elledim,
memelerini.
Harun: Utanmana gerek yok manasında mı?
Hayalet: Yok la daha fazla utansın diye. Zaten utanmış, eve gitmiş ağlamış
mağlamış annesine. Annesi de bunu sopalıyo noldu diyo, işte diyo benim
memeleri elledi diyo nondik nondik diyo, diyo ki işte ben hamile kalır
mıyım diyo tamam mı [hayalet güler. harun da güler]. Annesi bunu dövüyo,
babası mabası geliyo neyse, olay büyüyo da bunlar kalktılar bizim eve
geldiler, bisürü kavga mavga, oo fena yani.
Behzat: İyiymiş la hikaye."
Ben bu kısımda buhranlar geçirmeye başlıyorum, Hayalet karakterinin büyüdüğü semt, oradaki insanların yapıları, bu insanların cinselliğe bakış acıları, kızın ne hale geldiği, belki de sonsuza dek içe kapandığı geliyor aklıma. Anlattığı olayın travma dozu arttıkça ağzıma bir yastık dayayıp nefes almam durana kadar boğuyorlar sanki. Aileler girmiş araya, kız hem tacize uğramış hem dayak yemiş, olay büyümüş, duymayan kalmamış.... Ay ay ay! diye çığlık atmak istiyorum. Uğradığım hayal kırıklığı, duyduğum rahatsızlık o kadar büyük ki kendimi rakıya, şaraba vurasım geliyor.
İstiyorum ki olmasın sonumuz böyle, diken üzerinde farklı bir kod arıyorum. Behzat'ın 'Hee iyiymiş' demesi ile ben eriyip tükeniyorum. Paralel bir evrende uyanmak ve o mekanda bulunanlardan en az birinden durumun yanlışlığına dair bir kelam çıktığını duymak istiyorum. Bir Akbaba dönsün Hayalet'e 'Sen de bunu sırıta sırıta marifet gibi anlatıyon' desin mesela.Yalnız değilim.
Soruyorum in memory'ye: Tepki gelsin diye mi böyle yazdılar?
۞ Evet olabilirdi sanırım, ama yazarlar en azından solun kıyısından
köşesinden geçtiğini tahmin ettiğim insanlar. Behzat'ın o türden bir
yorumunu sahiplenebileceklerini, seyirciye "iyi hikayeymiş hakkaten"
dedirtmek amacıyla yazdıklarını sanmıyorum. Seyirciye bu kadar
özdeşleştikleri insanların aslında ne düzeye inebileceklerini hatırlatma
amacı güttüklerine inanmak istiyorum. Ama öyle bir etkinin yakınından
bile geçmediğini üzülerek farkettim ekşi'de okuduğum yorumlarda. Burada
tabi seyirciye "Yahu senaristin demek istediğini anlamamışsınız bile"
diye tepeden bakmak da tehlikeli, çünkü tek yapabildiğimiz dışarıdan
niyet okumak. Ama elimizde en azından üzerinde özgürce konuşabileceğimiz
bir kurgusal malzeme var, ve bence o malzeme bir eleştiri için iyi,
işlevli bir malzemeydi, bölümü bu yüzden beğendim ben. Ama İşler Güçler
ve Behzat Ç. gibi erkek dizilerinin başından beri takipçisi ve hayranı
olduğumu da itiraf edeyim, belki de konduramıyorumdur sadece bunu
senaristlere.
Orada belki de Akbaba'nın kendi sevgilisinin
yaşadıklarından yola çıkan olumsuz bir yorumu, Behzat'ın hemen ardından Hayalet'e dönüp "He, iyiymiş. sen de sırıta sırıta marifet gibi anlatıyon
bunu he mi?" falan gibi bişey söylemesi, yalnızca Hayalet'le değil Behzat'la da gerilmesi, aralarındaki o "aman abi gözünün yağını yiyeyim"
hiyerarşisinin sarsılması, bu konuda Behzat'ın da gıkını çıkaramayacak
olması vs belki de daha vurucu olabilirdi. Ben olsam sanırım öyle bir
şey yazardım. ama diğer yandan, tüm dizinin senaryosu baştan sona bana
kalsa, didaktik bi belgesele dönüp saçmasapan bişey de olabilirdi. Ama
bu haliyle kalınca beş öküz öküzlükleriyle kaldılar, seyirci de "iyi
hikaye" yorumunu sahiplendi hakikaten. benim de kafam karışık.
Yazısına geri dönüyorum:
"Hee,
iyiymiş amirim, iyiymiş. yahu malum ataerkil kodlamalar yüzünden kendi
bedenindeki değişimden utanan, bunun için "salaklıkla" suçlanan bir
gencin ilk "cinsel deneyimini" ailesinden şiddet görmeye, bilgisizlikten
kaynaklanan hamilelik korkularına, neredeyse adli bir vakaya kadar
uzanan travmatik bir tacizle yaşamasından bahsediyoruz. Hayalet pişmiş
kelle gibi sırıtıyor, Harun'un suratında o her zamanki ebleh tebessüm
beliriyor, Behzat Ç. pek beğeniyor. Hiçbiri de demiyor ki, 'lan yavşak, o
genç kızın büyük olasılıkla ruhsal yapısının içine sıçtın, muhtemelen
artık bedeninden daha da utanmasına, maruz kaldığı taciz yüzünden bile
kendisini suçlamasına, ailesinin üzerindeki baskıyı arttırmasına yol
açtın, bundan sonra karşılıklı rızaya, saygıya ve özgürce zevk alıp
vermeye dayalı bir cinsel hayat için tüm bunlarla hesaplaşmasını,
bunları yenmesini, kendisiyle mücadele vermesini zorunlu kıldın, afferin
sana iyi bok yedin bi de geçmiş karşımıza ağzı kulaklarında anlatıyosun.' Mesele Hayalet'i yargılamak, asmak kesmek değil, hepimiz o yaşlarda
türlü cahillikler yaptık, ama tacizin bu kadar normalleşmesini,
insanların tüylerini ürpertmesinden ziyade kahkaha konusu olabilmesini,
kah hüzünlendiren, kah neşelendirendeki neşe unsuru olarak görülmesini, Akbaba'nın yürek parçalayan hikayesinin ortasında ortamı yumuştan geyik
malzemesi görevini üstlenebilmesini sorgulamamız, bunun üzerine gitmemiz
lazım.
Özetle: Bu beş erkeğin, Eda'yı oradan göndermek zorunda
olmasıyla, bu iç burkan taciz hikayesini geniş mideler ve tebessümlerle
karşılayabilmesi arasında çok gerçek, elle tutulur bir bağ var. Bu bağı
küçümsememeli, kadın cinayetlerinin, taciz ve tecavüzlerin, homofobik
saldırganlığın gemi azıya aldığı bu topraklarda bu bağ konusunda
özellikle çok uyanık olmalıyız. Bölümü beğendik, keyifle izledik de,
senaristlerin kör göze parmak sokmadığı bu meseleleri ciddiye almak,
karakterlerle kurulan özdeşleşmelerin ötesine geçebilmek de bence
aldığımız keyfin karşılığıydı, en azından bir kısmını hep beraber
ödeyelim istedim."
in memory of botvinnik
۞ Ben hala Hayalet'in "Yok la daha da utansın diye yaptım" cümlesinin
senaristlerin bize verdiği bir ipucu olduğunu düşünüyorum. Yani oturup
da o solcu çocuğun (serbes değil, öbürü, uzun saçlı) bilgisayar başında
bu diyaloğu yavaş yavaş yazarken öyle bi cümleyi "oo geyiğe bak hacı
bunun ekşide iyi gideri var" falan gibi yazmasını canlandıramıyorum
kafamda. Ama Akbaba'nın gık çıkarmamasındaki abukluğa katılıyorum
tamamen. Ama ne bileyim, o da öyle bi öküz işte. psikopatın, manyağın
teki hatta. hatta yazık şimdi acıdım adama.
Ben ise öyle düşünemiyorum, ekşi veya herhangi bir sözlüğü düşünerek yazıldığını zinhar düşünmüyorum gerçi, bir yandan artık çoğunluk olmuş sözlük yazar güruhunun genel tepkisi benim için belirleyici değil.
Senaristin hepimize bir açıklama borçlu olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki bölümler bize gösterecek.
30 Kasım 2012 Cuma
finish özel tuz -2 kiloluk-
Finish'in özendire özendire sunduğu ürünü. Açıkçası bir kiloluğunun fiyatını hatırlamıyorum, hep kampanyalı ve bir şeylerin içinde geldi tuzlar. Bu nedenle ürünü ekonomik olarak karşılaştıramayacağım.
Gelin görün ki sırf on kuruş kar edeceğim ikili paket yerine iki kilo tuzu tek pakete doldurmak benim hiç tasvip ettiğim bir şey değil. neden? Bir kere bir kiloluk tuzu bulaşık makinenize tamamen doldurabiliyor sonrasında boş kutuyu geri dönüşüme atabiliyorsunuz. En azından ben öyle yapıyorum.
Sonra makinenize tuz eklerkentuzlar bir süre sonra taşmıyor, bir kilo ideal ölçü, iki değil. Bir süre sonra taşmaya başlıyor ve dizilerdeki çok şaşıran karakterin çay dökerken dalıp taşırması gibi bir sahneyi siz bulaşık makineniz ve tuz kutusu ile yaşıyorsunuz.
İşiniz bitince kutuyu atamadığınız gibi makineye boşaltırken açtığınız kısım nedeniyle kutusu devrilirse tuz saçılabilir, herhangi bir yere koyamazsınız, hatta karton kutunun tasarımı nedeni ile diğer bulaşık deterjanı gibi ürünlerin yanında ya dev kalır ya da onlara ayırdığınız bölüme sığmaz. Halbuki kartonu sanki iki tane bir kiloluk paket yan yana duruyormuş gibi tasarlasalar, üşenmeseler bunlar olmayacak.
Şu hali ile kaç gündür tezgahta duruyor, mutfaktaki tüm trafiği alt üst etmiş durumda. Nereye koyacağımı bilemiyorum.
Neden bunu seçtim derseniz, çünkü bir kiloluk bir marketing stratejisi olarak sadece üçlü paketlerde vardı, onlardan da evde istemediğim kadar mevcut.
Berte Tüketici Hattı gururla sundu.
Gelin görün ki sırf on kuruş kar edeceğim ikili paket yerine iki kilo tuzu tek pakete doldurmak benim hiç tasvip ettiğim bir şey değil. neden? Bir kere bir kiloluk tuzu bulaşık makinenize tamamen doldurabiliyor sonrasında boş kutuyu geri dönüşüme atabiliyorsunuz. En azından ben öyle yapıyorum.
Sonra makinenize tuz eklerkentuzlar bir süre sonra taşmıyor, bir kilo ideal ölçü, iki değil. Bir süre sonra taşmaya başlıyor ve dizilerdeki çok şaşıran karakterin çay dökerken dalıp taşırması gibi bir sahneyi siz bulaşık makineniz ve tuz kutusu ile yaşıyorsunuz.
İşiniz bitince kutuyu atamadığınız gibi makineye boşaltırken açtığınız kısım nedeniyle kutusu devrilirse tuz saçılabilir, herhangi bir yere koyamazsınız, hatta karton kutunun tasarımı nedeni ile diğer bulaşık deterjanı gibi ürünlerin yanında ya dev kalır ya da onlara ayırdığınız bölüme sığmaz. Halbuki kartonu sanki iki tane bir kiloluk paket yan yana duruyormuş gibi tasarlasalar, üşenmeseler bunlar olmayacak.
Şu hali ile kaç gündür tezgahta duruyor, mutfaktaki tüm trafiği alt üst etmiş durumda. Nereye koyacağımı bilemiyorum.
Neden bunu seçtim derseniz, çünkü bir kiloluk bir marketing stratejisi olarak sadece üçlü paketlerde vardı, onlardan da evde istemediğim kadar mevcut.
Berte Tüketici Hattı gururla sundu.
Etiketler:
berte tüketici hattı,
bulaşık makinesi,
finish,
tuz
23 Kasım 2012 Cuma
Neden THY değil? Çift Soyadı Rezaleti
http://bianet.org/bianet/ayrimcilik/142318-thy-ailesinde-cift-soyadina-izin-yok
Neden THY ile uçmamayı seçeceğinizi gösteren şaka gibi bir haber. Neymiş efendim çift soyadı kullanan evli kadınlar THY'nin "aile" indiriminden yararlanamayacakmış. Yani aslında yararlanabilirmiş de, evlilik cüzdanını gösterecekmiş, üzerine rezervasyonu ve bilet alımını sadece eşinin soyadını kullanarak yaparsa caizmiş. Ne o öyle hem evliymiş hem de bekarlık soyadına veda etmemiş, ne kadar da ayıpmış, olur mu öyle şeymiş... THY aklını peynir ekmekle yemiş, acaba aile salonu da var mıymış? Mümkünse ben orada olmak istemiyorum.
Neden THY ile uçmamayı seçeceğinizi gösteren şaka gibi bir haber. Neymiş efendim çift soyadı kullanan evli kadınlar THY'nin "aile" indiriminden yararlanamayacakmış. Yani aslında yararlanabilirmiş de, evlilik cüzdanını gösterecekmiş, üzerine rezervasyonu ve bilet alımını sadece eşinin soyadını kullanarak yaparsa caizmiş. Ne o öyle hem evliymiş hem de bekarlık soyadına veda etmemiş, ne kadar da ayıpmış, olur mu öyle şeymiş... THY aklını peynir ekmekle yemiş, acaba aile salonu da var mıymış? Mümkünse ben orada olmak istemiyorum.
Kemalist Kişilik Bozukluğunda Anarşik Etyoloji
Tüm dünya gibi elbette ki Vendetta da Türk'tü! Şu maskelerin benzerliğine bakın, o bıyıklar, o kaşlar... nassıl da aynı yani bu kadar olmaz! Pes doğrusu resmen vendetta Türk işte, daha ne istiyorsunuz? Kanıtsa kanıt!
http://www.turksolu.org/384/basyazi384.htm
Eski Türkler de maske takardı...
http://www.turksolu.org/384/basyazi384.htm
Eski Türkler de maske takardı...
Cumartesi Anneleri 400. haftalarında
Hiçbir çığlık bir annenin sessizliği kadar güçlü değildir.
Yarın siz de yanlarında olun, destek olun.
2 Kasım 2012 Cuma
ÖLÜM SANAT VE MEKÂN III SEMPOZYUMU
Her ne kadar Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (bir alışamadım bu isme) hala bir enkaz halinde olsa da oditoryumda yapılacağı iddia edilen misler gibi sempozyum. Dört gün boyunca çeşitli belgeseller, filmler, farklı ekollerden değişik bakış açıları yer alacak, güzel olacak. Ölümün sanatı nasıl yakamozladığını izleyeceğiz. Duyalım duyuralım.
ÖLÜM SANAT VE MEKÂN III SEMPOZYUMU
SUNUŞ
Ölüm bilinci şüphesiz tarih boyunca kültür ve sanat yaratmasında insanoğlunu tetikleyen etkenlerin başında gelmiştir. Zygmunt Bauman kültürü “insanların farkında oldukları şeyi unutturmaya yönelik incelikli, karşı-anımsatıcı teknik bir aygıt” olarak tanımlarken, kaynağını ölüm bilincine ve ölüm gerçeğini unutma gereksinimine bağlar. Ölü gömme ritüelleri, mezar ve mezarlıkların ortaya çıkışı tarihöncesi uzmanları tarafından insanlık eşiğinden geçmenin önkoşulu olarak kabul edilir. Ölüm kavramı, insanı hayatın geçiciliği karşısında kalıcı bir şeyler yaratma konusunda uyarmış ve sanat yapıtının doğuşuna zemin hazırlayarak başta plastik sanatlar, edebiyat ve müzik gibi alanlarda olmak üzere sanat yaratımının bütün dallarında estetik yönden en etkileyici yapıtların oluşmasına aracı olmuştur. Öte yandan ölüm gerçekleştiğinde, ölüyü dini inançlar çerçevesinde öte dünyaya hazırlama ve aynı zamanda geride kalanların ölüm acısını hafifletme çabalarının sonucu olarak ortaya çıkan mezar anıtları da, gene ölüm ve yaratma arasındaki ilişkinin somut kanıtlarını oluşturur.
5-7 KASIM 2012
Deniz Yolaç ve kaybettiğimiz bütün diğer öğrencilerimizin aziz hatıralarına...
SUNUŞ
Ölüm bilinci şüphesiz tarih boyunca kültür ve sanat yaratmasında insanoğlunu tetikleyen etkenlerin başında gelmiştir. Zygmunt Bauman kültürü “insanların farkında oldukları şeyi unutturmaya yönelik incelikli, karşı-anımsatıcı teknik bir aygıt” olarak tanımlarken, kaynağını ölüm bilincine ve ölüm gerçeğini unutma gereksinimine bağlar. Ölü gömme ritüelleri, mezar ve mezarlıkların ortaya çıkışı tarihöncesi uzmanları tarafından insanlık eşiğinden geçmenin önkoşulu olarak kabul edilir. Ölüm kavramı, insanı hayatın geçiciliği karşısında kalıcı bir şeyler yaratma konusunda uyarmış ve sanat yapıtının doğuşuna zemin hazırlayarak başta plastik sanatlar, edebiyat ve müzik gibi alanlarda olmak üzere sanat yaratımının bütün dallarında estetik yönden en etkileyici yapıtların oluşmasına aracı olmuştur. Öte yandan ölüm gerçekleştiğinde, ölüyü dini inançlar çerçevesinde öte dünyaya hazırlama ve aynı zamanda geride kalanların ölüm acısını hafifletme çabalarının sonucu olarak ortaya çıkan mezar anıtları da, gene ölüm ve yaratma arasındaki ilişkinin somut kanıtlarını oluşturur.
“Ölüm
Sanat ve Mekân III Sempozyumu'nun amacı, ölüm kavramının gerek birey ve
toplumun yaşamındaki, gerekse sanat yaratımındaki yeri ve önemini
felsefe, toplum bilimleri ve çeşitli sanat dalları üzerinden irdeleyerek
bir kez daha vurgulamak.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fındıklı Kampüsü
Video Konferans Salonu [5 Kasım 2012]
Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu [6-7 Kasım 2012]
Yrd.Doç.Dr. Gevher Gökçe Acar'ın Ölüm Sanat ve Mekân seçmeli dersi kapsamında düzenlenmektedir.
Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu [6-7 Kasım 2012]
Yrd.Doç.Dr. Gevher Gökçe Acar'ın Ölüm Sanat ve Mekân seçmeli dersi kapsamında düzenlenmektedir.
İletişim Gevher Gökçe Acar
0212 252 16 00/277
gevher.g@hotmail.com
olumsanatmekan@gmail.com
0212 252 16 00/277
gevher.g@hotmail.com
olumsanatmekan@gmail.com
Video Konferans Salonu
11:00- 11:15 Açılış
Oturum Başkanı Şebnem Uzunarslan
11:15-11:45 Levent Şentürk Demirbaş Dolabından Dönme Dolaba: İktidar, Bellek ve Ölüm Katmanları Arasında
11:45-12:15 Nurullah Ulutaş Felsefî Bir Gerekçeyle Ölümü Estetize Etme Sanatı: Roman ve İntihar
12:15-12:45 Fatih Danacı
12:45-13:00 Tartışma
13:00-14:00 Öğle arası
14:00-14:30 Gevher Gökçe Acar Orta Asya'dan İstanbul'a Şamanizm'den İslâm'a Türklerde Ölümün Değişen ve Değişmeyen Yüzü
14:30-15:15 Belgesel Film Gösterimi Tibet’in Ölüler Kitabı
6 KASIM 2012 SALI
Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu
Oturum Başkanı Güzin Kaya
11:00-11.30 Barış Özgen Şensoy Freud’da Ölüm ve Sanat: İmkânlar, Sınırlar ve Metodoloji
11:30-12:00 Erdem Ceylan Toten-Bau-haus: Bauhaus’ta Ölüm
12:00-12:30 Kerem Özel Şehitlik Tasarımında İnsani Boyut: Muammer Onat Karaoğlanoğlu Şehitliği
12:30-13:00 Zeynep Sayın Çin’den Bizans’a Ölüm
13:00-13:15 Tartışma
13:15-14:15 Öğle arası
Oturum Başkanı Oğuz Özer
14:15-14:45 Melih Başaran Maurice Blanchot’nun Yaşam-Ölümöyküsel (Bio-thanatographique) Metni: Ölüm Anım
14:45-15:15 Ahmet Erözenci Edebiyatta Ölüm-Bir Kişisel Yaklaşım
15:15-15:45 Buket Akgün Karanlık Ana Tanrıça’nın Soyundan Gelmek: Edebiyat ve Sanatta Cadılar ve Ölüm
15:45-16:00 Tartışma
16:00-16:15 Kahve arası
16:15-16:45 Film Gösterimi Annabel Lee Animatör George Higham
Kostnice [Kemiklik] Yönetmen Jan Švankmajer
7 KASIM 2012 ÇARŞAMBA
Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu
Oturum Başkanı Şükrü Aslan
10:30-11:00 Tuna Erdem Sinema ve Televizyon Dizilerinde Nekrofili
11:00-11:30 Ercan Kesal “Bir Zamanlar Anadolu’da” Filminin Senaryo Yazım Sürecinde “Ölüm” Üzerine Okumalar
11:30-12:00 Can Denizci Franz Schubert’in ‘Kış Yolculuğu’ Şarkı Dizisinde Simgesel Ev Olgusu: Yolculuk ve Ölüm Eğretilemeleri
12:00-12-15 Tartışma
12:15-13:30 Öğle arası
Oturum Başkanı Aykut Köksal
13:30-14:00 Haluk Çetinkaya Antik Dünyada Ölüm Algısı ve Sanattaki Yansıması
14:00-14:30 Filiz Özer Ata Kültünün Antik Roma Sanatına Etkisi
14:30-15:00 Eva Aleksandru Şarlak Şişli Hristiyan Mezarlıklarında Üslup Çeşitliliği
15:00-15:15 Tartışma
15:15-15:30 Kahve arası
15:30-16:00 Yusuf Benli Ozanların Dilinden: Halk Şiirinde Ölüm
16:00-17:00 Ağıt icraları Yusuf Benli, Kumru Dilber, Makbule Oral
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)