20 Aralık 2012 Perşembe

21 Aralık 2012

Ya da Mayaların yazılı takviminin son günü. Gerçekten kıyamet kopacağına inanalar, inanmayıp inananları itin götüne sokanlar, günün programına saat 9 İsrafil'den sur dinletisi yazanlar derken şurada o tarihe girmemize epi topu iki üç saat kaldı. Elbette bu bizim için, Avustralya için kopmaya başlamış olsa gerek (Avustralya için kıyamet vakti) en son Amerika'yı da bekleyeceksek yarın bu saatlerde ancak kopmaya başlar. 

21 Aralık 2012 tarihi hakkında değişik görüşler var, bunlardan birisi de spiritüel alemin insanlarının bahsettiği 5. boyutun o tarihten sonra açılması, 11:11 kapısı gibi birçok insan için yine alay konusu iken öte yandan tüm hayatımızı buna bağlamasak da bir şeylerin ruhsal düzlemde değiştiği de kesin, daha çok insanın algısı son on senedir daha açık. Bu elbette ve de maalesef son on senedir bu konularda daha çok şarlatan ve ay bende de var insanının çıkmasını engellemiyor ve mevzu alay konusu oluyor. 

On sene önce bir seminerde, meditasyon merkezinin dersleri de diyebiliriz,  budistlerin inandığı takvim ve dönemler anlatılırken bu tarih son bir dönüşüm çizgisini gösteriyordu. Çağlardan bahsedildi, budistlerin zaman ve çağlar üzerindeki düşüncesi daha farklı, bir daireyi aynı anda hem dörde hem de beşe bölüyorlar. O beş biraz sübtil. 

Çağlar altın çağ ile başlıyor, bu çağda herkes ve her şey dingin, kıpırtı yok ses yok ve hala insanlar ya da ruhlar anlaşabiliyor, her şey sonsuz bir huzur içinde. Bu çağın bozulmaları başlıyor ve bahsedilen Kayıp Kıta Mu kaybolurken bu çağı da beraberinde götürüyor.

Sonra gümüş çağı başlıyor, burada hafif kıpırtılar başlıyor, aynı anda eskisi kadar çok aynı yerde olamıyorsunuz ama sadece eskisi kadar çok değil, bilinç hala çok açık, hala her şey çok dingin ve huzurlu. Ve lakin insanoğlu durmuyor ve Atlantis'in batması ile bu çağda bize elveda diyor.

Bir sonraki çağda her türlü atraksiyon var maşallah, ses, hareket, gürültü, trafik, yüksek atlama... Bu yüksek atlama ile peygamberler gelmeye başlıyor. İnsanlar artık dingin değil ve ilk savaşlar bu çağda başlıyor, Bakır Çağı.

Peygamberler gidişatı durdurabiliyorlar mı? Hayır. Her şey giderek kötüye gidiyor, yaratıcı cebinden ne kadar peygamber çıkarsa da bir türlü iflah olamıyoruz dünya halkı olarak. Bir de budistler dört büyük peygamberden birini pek sallamıyorlardı da şimdi tam emin olamadığımdan isim verip ortalığı bulandırmak istemem. Zaten konu da bu değil. Peygamber kotamızı doldurup buna rağmen bozulmaya devam edince iki elle doğrultamadığımız medeniyet daha da kötüye gidiyor, yeni bir çağ açılıyor, içinde bulunduğumuz Demir Çağı. Hani Nazan Öncel'in şarkısı var ya Demirden Leblebi, onun gibi bir çağ. İnsanlar her gün onlarca felaket olurken hissizleşiyorlar, her gün onlarca işkence, tecavüz, katliam... Hissizleşmeseler bile artık yetişmeleri mümkün değil, sonsuz bir kaos. Günahlar katmerli artıyor ve bu çağın sonuna doğru bir kısım felakete sürüklenirken kendisini arındırmış bir kesim de bir sonraki çağa bonus bilet kazanıyor. Bir nevi eleme oluyor ve pek çok insan ölürken arınmış olanlarla yeni bir ara çağ başlıyor: Elmas Çağı. İşte bu çağ ile birlikte döngü başa geliyor. Diğer çağların aksine pastayı eşit bölmüyor bu çağ, sonlara doğru ve incecik bir payı var. 

Felakete sürüklenenler aynı döngüye kendilerini arındırana kadar tekrar tekrar devam ediyorlar. Tüm bu çağlar içinde karmasını ödeyenler ve bir seviyeye gelenler oldun sen belgesi alıp elmas çağa geçerken sınavdan çakan ruhlar dolap beygiri gibi tekrar tekrar ölüp diriliyorlar, ta ki o'na ulaşana dek.

Kimileri buna karma diyor, kimileri bakara suresi, kimileri reenkarnasyon. Maya takviminin bitişi de Elmas Çağı'n başlagıcı olarak değerlendiriliyor.

Dediğim gibi bu konuda ruhsal alem insanlarının yazdıklarını okumadım, bu eliminasyon işlemi için ise bu alemden biri 17 Ağustos için benzer bir ifade kullanmıştı. Onların toplu bir şekilde göçmesi gerekiyormuş, tam söylenenleri unuttum yine ne yazsam boş, şu var ki o konuşmaya tanık olurken deprem felaketinde yakınını kaybetmiş bir insan olmak istemezdim. Gururlanarak ruhların geçişlerine yardım etiklerini söylemeler falan, benim öyle bir yetim olmadığından olsa da lale gibi söylemeyeceğimden ötürü yorum yapmamayı tercih ettim. Bu alemin insanlarının en nefret ettiğim özellikleri de bu, farkındalık kelimesini alıp bir taraflarına sokma anahtarı olsa dakika düşünmem, karşındaki insan bir anda ve beklenmeyen bir felaketle tüm ailesini, annesini babasını evini yurdunu kaybetmiş, sen geçmiş karşısına bu da senin sınavın, sen güçlü olmasan başına gelmezdi bilmem ne diyorsun ya, herhangi bir kötü olay için de aynısı geçerli, 'sen bunun başına neden geldiğini biliyorsun', 'sen farkındasın' işte bu insanlar elimine olursa mesela ben çok memnun olacağım sevgili evren, ya da ben paralel olarak ayrılayım onlardan, ak göt kara göt geçitte belli olsun yoksa bir sonrakine meşe odunu ile girebilirim. Mümkünse bir kara deliğe düşsünler ve sonsuza dek aynı şeyleri karşı taraf olarak yaşasınlar ta ki sana ulaşana dek... 

Sonuçta yarın çoğu insanın sandığı gibi olmasa da bir şeyler olacak, bazıları bunu anlayacak bazıları etkilenmeyecek bile, günlük hayatın düzeni ahım şahım değişmeyecek. Belki benim için hep kötü bir tarih olmuş 21 Aralık gününün içini temizleyecek, biz hala hayatta olacağız ama duygularımız, algılarımız değişecek. 

Bir ihtimal günlerdir tarih yazmaktan yorulmuş, tükenmiş, ailesine vakit ayıramamış ve işi durdurmuş mayalar yukarıdan bakıp amma ciddiye aldılar ya ahaha diye gülecekler, meğer maya bütçesini spora kaydırmışlar tam da o esnada? Bir sürü olasılık.

Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin kedicik?


5 Aralık 2012 Çarşamba

Dave Brubeck "5 dakika ara" verdi

Bugün ünlü caz müzisyeni Dave Brubeck rutin kardiyoloji kontrolüne giderken kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Eğer bir gün daha yaşasaydı yarın doğumgünüydü ve 91 yıl yaşadı yerine 92 yıl yaşadı denilecekti, altı kalsın. Yazının başlığı boyalı basın magazin eki başlığı gibi oldu, kendimden utandım ama aklıma daha iyi bir şey gelmiyor.

İsim olarak birçok kişi için hiçbir şey ifade etmeyecek olan Brubeck'in eserlerini aslında çok kişi biliyor, özellikle Take Five ve Blue Rondo A La Turk defalarca 1960'lı yılların türk filmlerinde kullanıldı. Bir dönem Türkiye görüp 9/8 7/8 takılayım diyen bu dedemiz aynı zamanda iyi bir aile babasıydı. Altı çocuğunun dördü kendisi gibi müzisyen olup konserlerine çıktılar, bugün hayata veda etti ama sanki çok güzel yaşadı be!

Cazcıların istiklal marşı olarak bilinen Take Five'ı neredeyse rahmetli dedem bile yorumladı. Öyle ki sitar ile yorumlanacağı hiç aklıma gelmezdi:



 Dave dedemiz çok yakın bir zamana kadar konserler vermeye devam ediyordu, 2009 Montreal Caz Festivalinden çellist oğlu Matt Bruneck ile Take Five performansı:



Bildiniz, değil mi?

Bir de aynı üne sahip Blue Rondo A La Turk var, birtakım kişiler Dave Brubeck'in yer yer Mozart'tan "arakla"dığını o kadar çok iddia ettiler ki, adamcağız Mozart'ın Rondo Alla Turca'sına blues'lu cazlı gönderme yaptığına bin pişman oldu. Hoş Rondo deyince benim aklıma hala mavi paketli Rondo bisküvi geliyor, ta 1959'da nereden bilsin bisküvi yapacaklar ve benim gibi bir manyak çıkıp Arşimed'in evreka! dediği gibi bisküvi! diyecek. Elbette buradaki rondo ana melodinin tekrar edilmesi anlamına gelen bir müzik terimi.

Bu çok keyifli parçayı bol bol Cazırtı'da çaldım, insanların haleti ruhiyesini bu kadar güzel değiştiren kaç parça vardır?



Şuraya böyle Orhan Günşıray'lı Fatma Girik'li bir filmin arka fonunda yer alırken de koymak isterdim ama videoyu şuradan başlat seçeneğini bilmediğim için yapamadım. Gelsin 9/8'ler gitsin 7/8'ler diyen bir müzisyendi Brubeck.

Ölümüne üzüldüm ama daha önemlisi iyi ki vardı!