28 Ocak 2012 Cumartesi

7 - 8 Hasanpaşa Fırını

Buradan ne zaman bir şey alsam, bir yeri tarihi yapan ve yıllarca ayakta tutan tam olarak nedir diye düşünürüm. Halbuki cevabı tam da elimdeki acıbademdedir, diğer fırınlardan aldığım ekmekler ertesi güne bayatlarken 2 3 gün taze ve yumuşak kalan ekmeği ve yılların ustalarının emeğidir.


Ayrıca buranın acıbademini yemeden acıbadem yedim demeyin. Dünyanın en muhteşem acıbademini yapıyorlar. Zeytinli poğaçaları da harika. Mekik hiç denemedim ama ne zaman gitsem birileri mekik istiyor. 


Yolunuz düşerse es geçmeyin. Bu satırları ağzımda acıbademim erirken yazdım, sarhoşum biraz, miyam!

ergenlikte giyilen iğrenç giysiler

vatkalı gömlek giyen bir ben miydim? bir de artık büyüyorsun, bunlar 80'lerin vatkası değil, estetik, omuzların da şahane durdu diye yemişlerdi beni. yaş: 13!(sonra söktüydüm vatkaları) ailemi buradan kınıyorum! yahu küçücük çocuğu az daha altın günü kadını kılığına sokmanın ne alemi var allasen!

aa bir de mor kadife etek ceket takımım vardı. çok da özenerek istediydim ama ince kadife yerine kalın kadifeden dikilince hiç istediğim gibi olmadıydı ve ceketi yine vatkalıydı! yine de ben mor aşkı ile içine alınan beyaz cici kız gömleği(çünkü vatkadan dolayı tişört uymuyordu) ve altına giyilen beyaz mus çorap üzeri minik pembeli desenli böyle.... yazamayacağım...

yüzümün yarısını kaplayan gözlüklerimden hiç bahsetmiyorum bile. bir de bulduğumuz en iyisi oydu. şimdiki gibi değildi modeller.

bir de çok sevdiğim bir tişörtüm vardı. müthiş bir renk. yavruağzına çalan süper bir turuncu. gelin görün ki üzerinde altın yaldızlı ve tam meme kısmına denk gelecek şekilde kocaman puntolarla "elle" yazıyor. neden? çünkü tişört bana özel belçika'dan gelmiş ve amcamlar yani yabancı da değil hediye eden. renge de bayılmışım. birisi laf atarsa döverim düsturuyla giymiştim severek. elle markasıydı.

 (31.07.2010 04:49 ~ 05:06)

ailesiyle yaşayan 30 yaş üstü kadınlar


aile ile beraber yaşamayı ütü yok, çamaşır yok, bulaşık yok, temizlik yok, kira yok, fatura yok diye tercih ediyorlarsa, bir tercihse tabi, ya da avantajlarının bunlar olduğunu düşünüyorlarsa, kendi ayakları üzerinde duramayan acınası kadınlardır gerçekten. o aile senin kölen ya da hizmetçin değildir, o yaştan sonra finansörün olmak zorunda da değildir.


kadın ya da erkek olman fark etmez, aile ile yaşamanın artıları ve eksileri vardır. hayatın boyunca hep ailenin boyunduruğu altında yaşadıysan ve böyle düşünüyorsan hayatın boyunca kendi ayakların üzerinde duramayacaksın demektir. esas acınası olan da bu bence.


kadın veya erkek 30 yaş üstü ailesi ile yaşayan birey, hala parazit gibi yaşıyorsa ya da beraber yaşamadan aklına parazitlik geliyorsa acınası olan budur.


yok eğer o birey kendi ayakları üzerinde durmanın ne demek olduğunu biliyorsa ve zamanında kendi ayakları üzerinde durmuşsa ve buna rağmen çeşitli koşullardan ötürü, efenim hastalık olur bir şey olur, böyle bir zorunluluğu ortaya çıktıysa, hakkında atıp tutmaya ve acımaya kalkan herkese bok yemek düşer.


dezavantajları o evde yaşayan tek kişi olmadığınız için düzeninizi de istediğiniz gibi ayarlayamamak olur olsa olsa. ama bir arkadaşını, sevgilinizi eve davet edemiyorsanız sırf aile ile olduğunuzdan dolayı, ailenin mazbut yapısından dolayı ya da bilemedim, elbette bu üzücü bir durum. yine de kişi bunu tercih ediyorsa bana ve hepimize bok yemek düşer. ve kendi düşen ağlamaz. elbette sadece sizin alanınız olan bir mekana ve paylaşılan bir mekana birisini, sevgili olur, arkadaş olur, davet etmek ve beraber vakit geçirmek farklıdır. sonuçta ev arkadaşınız bile olsa bu alanı bölebilir. aile olması şart değil. ev arkadaşlarının kısıtlamaları size engel oluyor olabilir. bu aileden daha kötü bir durum bence. ailede kuşak farkı, bilmemney deyip atarsın suçu en fazla ama ailenle olmamak için seçtiğin ev arkadaşınla da bu kısıtlamalar söz konusu oluyorsa, o daha fena bir durumdur. yaşam alanına saygı duymak gerekir, ev arkadaşı kısıtlamaları ise çok başka bir şeydir, neyse konuyu dağıtmayalım.


efenim bu kadın veya erkek, cinsiyet hiç önemli değil, emin olun ki her gece eve kimi atsam diye düşünen, partner adaylarını eve çağırıp tahrik edip siktir çeken, kendisini dünyanın merkezi sanan, ruh hastası, iç dünyasında ölümüne mutsuz ve huzursuz, doyumsuz, dışarıdan sert içeriden güvensiz kadınlarla veya erkeklerle karşılaştırıldıklarında kimin durumunun acınası olduğu ortada iken kendisinin durumunu 'yazık' olarak ifade edenlere göre çok daha sağlam bir konumdadırlar.


kısacası; (bkz: yanılıyorsunuz yarram)


(17.10.2010 15:52)

rakı içen kadın


sivrisinek taarruzlarına en çok maruz kalan kadındır. rakıya sivri gelmez diye duymuştur, sonra sabahları üzerinde sarhoş olmuş sivrilerle uyanmaya başlayınca sivrisinek evcilleştirme yönünde ciddi bir adım attığını fark etmiştir.


bu sivrisinek bilgisi çok goy goy gelmiş olabilir ama böyle bir şey var, gerçi kanınız tatlıysa zehir içseniz de tatlı.


bir yandan rakı içen kadın genelde bu mesleğe rakı içen kız çocuğu olarak başlamıştır. babasının yemeklerde "gel kızım bir fırt çek, amcalar görsün" demesi ile babayı amcalara mahcup etmemek için fırt çeke çeke daha 5 yaşında cemiyetlerde yarım kadeh rakı içmeye başlamıştır yüzünü buruştura buruştura. 


ortaokulda eve ilk defa bira ile gelip "içeceğim" dediğinde "yavrum babanla rakı içsene onu içeceğine" denmiştir bu kıza.


sonra sırf babasına eşlik etmek için sevmese de rakı içmiştir karşılıklı.


başkalarına babadan ne miras kalır bilemiyorum ama bu kıza "rakı içmek" miras kalmıştır. öyle ki babanın arkadaşları arkadaşlarının özlemine bu kızla rakı içerler. ne zaman ziyaretlerine gitse rakı sofrası kurulur hemen...


bir de utanmadan sek içer bu kız rakıyı, sonra mide alarm verince bu lüksünden vazgeçmek zorunda kalır.


sonra büyür bu genç kız, kadın olur, rakı içen kadın olur.


olur öyle...


(06.07.2010 17:07)

her gün duş alan erkek

yıllar önce bir arkadaşım alt komşuya şaşırmıştı çocuk her gün duş alıyorum, hatta sıcaktan ötürü günde iki üç defa aldığım oluyor deyince. su israfından girdi, çocuğun düşüncesizliğinden çıktı, kendi evlerinde haftada bir yıkanıldığından ve makul olanın bu olduğundan dem vurdu. kocaman gözlerle şaşırarak bakmıştım arkadaşıma. tamam kokmuyordu bilmemne de, savunduğu da neydi? milenyumu yeni devirmiştik.


işin garibi, bir zamanlar gerçekten hepimiz haftada bir yıkanıyor ve hiç de kir kokmuyorduk, hatta ulusal yıkanma günleri pazardı ve cumartesi akşamları da ulusal ailelerarası gezmeye, düğüne falan gitme günüydü.


doğanın içine ettikçe doğa da bizi kendi yarattığımız pislikten koruyamaz oldu, bu durumda özellikle yaz aylarında günde üj bej duj alan erkeğe kimsenin dil uzatma lüksü yok, yani uzatıldı mı bilmiyorum ama kesin uzatılmıştır, halbuki kendisini temiz hissetmek her insanını hakkı. örnek alınacağına dil uzatılıyorsa ayıp. temizlik için su ve sabun yetiyor, onu da ekleyip kendimi trt bilinçlendirme programı gibi hissettikten sonra derim ki:


nazar etme ne olar, çalış senin de olar.


(deliberte, 14.03.2011 11:21)

24 Ocak 2012 Salı

uğurlar olsun

Bundan şaka maka 19 sene önce, 24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu öldürüldüğünde henüz çocuktum. Gözümüze sokulan şeriat canavarı büyük korku salıyordu, tarikatlar boy boy... 


İşte bizden istenen Uğur Mumcu'nun şeriat yanlılarınca öldürüldüğünü düşünmekti. Çünkü onlar Atatürk'ten nefret ederler, Atatürkçülerin Köküne Kibrit Soyu diye dernekleri falan var. Fadime Şahin'ler, Müslüm Gündüz'ler ve rezaletler(i) kol geziyor. O dönem haber alma kaynakları bugünkü gibi değil, ana akım medya rahatlıkla diğer seslerin önüne geçiyor.


Bugün sanırım twitter'dan biri yazdı: O günlerde katil şeriat diye bağıracağımıza katil devlet diye bağırsaydık belki farklı olurdu, diye.


Aslında bir yandan katilin devlet olduğu fısıltıdan uğultu haline geçmişti bile ama kimse bunu dillendiremiyordu. Geriye dönüp baktığımda çok karanlık günler görüyorum, bugün haber kaynaklarının bireysel habere kadar çeşitlendiği bir dönemde olan bitenin vehametini görebildiğimizden belki daha beter durumda da olsak karanlık o günlerin karanlığı gibi değil. 


O günler sanki gözlerimizde perde vardı, benim vardı en azından, çocuktum. Çok üzülmüştüm, nasıl bir öfke ile işlendiyse bu cinayet arabasının bile büyük bir parçası kalmamıştı neredeyse. Bu nasıl büyük bir öfkeydi... Param parça olana kadar maktülüne öfkesi dinmeyecek bir hınç.


Sonra ben yazdıklarını evire çevire okumaya başladım, neydi bu öfkenin nedeni, bulmalıydım. Gördüğüm kadarı ile Uğur Mumcu'nun tek suçu bağımsız ve özgür bir gazeteci olmasıydı. Ne kadar tanıdık, değil mi? Mesleğine duyduğu aşk ve saygıdan dolayı param parça oldu. Uğurlar olsun.


Kızı Özge Mumcu '4 yıl önce "15 yıl önce bugün" adında bir belgesel hazırlamıştık. 19 yıl önce bugün diyerek izleyebilirsiniz... Değişen bir şey yok zira." yazdı dün gece twitter'da, izleyebilirsiniz:



3 Ocak 2012 Salı

Train Song


Vashti Bunyan'dan hiç bitmesin istediğim bir şarkı. Günün şarkısı.

Auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarcadır

Doğrusu "Auschwitz'den sonra şiir yazılamaz" olan Adorno cümlesi sanıyordum yıllar önce okuduğum zannımca bir defter dergisinden ötürü. cümle hala adorno'nun lakin en bir doğrusu şöyleymiş meğer:
"nach auschwitz ein gedicht zu schreiben, ist barbarisch, und frisst auch die
erkenntnis an, die ausspricht, warum es möglich ward, heute gedichte zu schreiben" tam çevirisi de "Auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır," imiş. 1951 yılında yayınlanmış olan kültür ve gesellschaft'da geçiyormuş:



bu arada linklerden biri ölmüş, diğeri:  http://www.literaturkritik.de/ 

düzeltmeler için sekundant'a sevgiler.



Blog Kedith'i: Şaka maka iki seneyi aşmışız sekundantcım. 
(28.12.2009 01:16 ~ 01:36)

survey income kit

Berte'den dev bir hizmet daha! Dolandırılmayın diye.


dolandırıcılık olduğuna dair bir kanıt da benden gelsin: aşağıdaki linke baktığınızda gayet google translate misali bir çeviri ile karşı karşıya kalıyorsunuz: 
"ali
zamanlama bu kadar iyi olabilirdi, karım ve ben de bu işle uğraşıyoruz ve bu bizim cevabımız."

neye cevabınız kardeşim? bir şey soran mı oldu?

sırf bu cümleden bile kıllanır insan tek başına...
http://www.az-news.org/tr/?c=ctr&k=gowAANYuBQAagloAAAAAAIKIGAAAAAAAAgBwAAIAAAAAAA8AAgAGAcu4DgAAAAAAgrYgAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAABk2gIAAAAAAAIAAgAAAAAAlfInqSwBAAAAAAAAAAAAAAwVMpkqAAAAAAAAAAAAAACACSRrAAAAAA0AAAAAAAAADQAAAAAAAAA= 



Blog Kedith'i: Gerçi linkte de hayır yok, çok kör gözüm parmağına ama yine de boynumun borcudur bu uyarıyı buraya taşımak.

(03.12.2010 00:28)

Ölmüş birini özlemek / anne yemeği

Şimdi böyle bakınca kalbime giden yol midemden geçiyormuş gibi olmuş ama kazın ayağı öyle değil, böyle:
bu özlem her gün biraz daha artar. (bkz: anne yemeği/@deliberte) onun gibi yemek yapamayacağım, ona yanarım.
(26.07.2011 00:27)
Bakıyoruz: https://twitter.com/#!/deliberte/status/95588495275458560
35 gün sonra annemin yemeğini yemek tuhaf, gerçekten tuhaf, her an içeriden gelecekmiş gibi, bamya ilaç gibi geldi bu arada, canım annem...
25 Temmuz 2011
doymadım doyamadım yemelere seni ben...
(26.07.2011 00:30)



Pia

 "pia, kaçar. pia sevildiğini biliyordur. onu seven, kendini denizlere bıkmıştır. trenlerle geziyordur. gemileri vardır. paslı, kaçakçı gemileri... parasızdır. pia, kamarot hasan'ı bekler. kaçar, ama bekler. pia, nişantaşı'nda durakta bekler. hasan, napoli'de, kötüdür."
(ask minoru, 30.09.2011 02:40)
gece gece entry nick uyumuna yazdıklarıma bakıyordum, silemedim bunu, silersem bile hep kalsın diye buraya koydum.

left needs to...

http://owenjones.org/2011/02/06/the-left-needs-to-watch-its-language/

1 Ocak 2012 Pazar

Freddie Mercury

 çok sevdiğiniz birisine bazen yazamazsınız, yüz defa yazıp kağıdı buruşturup atarsınız, işte bu duygularla, ona olan hayranlığımı, ince ruhuna duyduğum sevgimi nasıl anlatacağımı bilemediğim için tek kelime yazamamışım hakkında. halbuki yaşım daha 11, başka bir dünyanın kapılarını açmıştı bana freddie, in my defense'in sözlerini ne kullanırsanız kullanın çıkmayacak şekilde odamın kapısına yazmıştımiyi de bir fırça yemiştim.
bunca yıl geçti ölümünün üzerinden, ne freddie'nin üzerinde tutabileceğim bir sesle karşılaştım, ne de beni queen kadar etkileyen bir müzik grubu ile.

şimdi ise biricik aşkım freddie'nin ardından ölümsüz ruhuna şarkılar söylüyorum, i am the great pretender, pretending i'm doing well, my need is such, i pretend too much, i'm lonely but noone can tell, oh yes i'm the great pretender, drifting in a world of my own, i play the game but to my real shame, you've left me to dream all alone....

too real is this feeling of make believe
too real when i feel my heart can't conceal

oh yes i'm the great pretender
just laughing and gay like a clown
i seem to be what i'm not you see
i'm wearing my heart like a crown
pretending that you're still around

too real when i feel what my heart can't conceal

oh yes i'm the great pretender
just laughing and gay like a clown
i seem to be what i'm not you see
i'm wearing my heart like a crown
pretending that you're
pretending that you're still around...

we still love you, freddie

I still love you
(24.11.2009 00:44)

sevdiğini söyleyememek

 çeşitli nedenleri vardır. bazı insanlar sadece söyleyemez. bazen de koşullar, durumlar söylemek yerine gizlemeyi getirir. mesela ben anneme belli bir yaştan sonra onu sevdiğimi bir gece eve azıcık geç kalmış telefonda zılgıt yerken söylemiştim, o da yanımdaki arkadaş annemin sözlerinden yüzüme yansıyan ifadeyi görmüş ve seni seviyorum de demişti, annem telefonda ağlıyordu. hastalığından dolayı sinirleri iyice yıpranmıştı, ben seni seviyorum dedikten sonra ağlaması sürdü, bir şey demedi, belki diyemedi. ben çok garip hissettim, zor dönemlerimizde ettiğimiz onca kavgadan sonra herhalde onu sevmediğimi düşündü, bilemiyorum. hiçbir şey demedi. ben eve gittiğimde her şeye hazırlamıştım kendimi ama sakin bir anneye değil. sanki bana bağıran, kızan, azarlayan o değilmiş gibi sakindi. en ufak bir sitem cümlesi söylemedi. sakin sakin havadan sudan konuştuk ve uyuduk. o gün iyi ki de arkadaşım bana seni seviyorum dedirtmiş. ölümünden beş sene önceydi. başka sefer hiç olmadı.

aynı arkadaşım o dönem sevdiğim kişi için de aynı baskıyı kursa da o konuda muvaffak olamadı. orada araya giren gururdu. gurur bazen aşktan önce gelir. sevilen kişinin konumu, mesafesi, kurulan ilişkinin esas modeli bazen söylemekten geri çeker, hissettiğinizi bile saklarsınız belki. gerçi gözler birbirine değiyorsa çoğunlukla saklanamaz. ama değmeyecek mesafede kamuflaj mümkündür. bazen sevgilisi ya da eşi var dersiniz susarsınız ama gözleriniz hiç susmaz. ona rağmen anlamayabilir o. artık her kimse... sizi arkadaşı olarak görüyordur ya da görmüyordur. olasıdır. yine de fiziksel mesafeler aşılabiliyorsa kendinizi zorlayın. bir şey kaybetmezsiniz. bugün depremde birdenbire bir sürü insan öldü, kimbilir kaçına sevdiğini söyleyemeyen kaç kişi vardı...

(24.10.2011 04:01)

sevgilisiz yaşayabilen insan (vaaay)

 tam da bugün bir arkadaşım durup dururken insanların mutlaka sevgilisi olmak zorunda mı diye sordu, aslında soru değildi, sevgili taklidi yapan ve sevgilisiz yaşayamayan(yazık lan), varlıklarını sadece sevgilisi olma durumu üzerinden anlamlı kılan, elinde kendisini mutlu edecek, tatmin edecek, başarı gösterdiği başka bir şeyi olmayan zavallı insanların sahte tavırlarından rahatsız olanın bir kendi olup olmadığını merak ediyordu. konuda hemfikir olduğumuz için sahteliklerinden ötürü acıdığımız mutlaka bir sevgilim olmalı insancıklarının aslında ne kadar zavallı, zayıf insanlar olduğunu rahatlıkla söyleyebildik birbirimize. güzel, akıllı, seksi, zeki, çevik, ahlaklısınız ama sevgiliniz yoksa sorunlusunuz diye kafamızı sikecek kimse yoktu. what a relief!

ben gerçekten hayatının anlamını bir sevgilisi olması üzerinden tanımlayan insanlara acıyorum. bu insanlar sevgilisiz yaşayabilen insanın, yani konu mankenimizin, özgüvenini, kendisini tanımladığı ve gerçekleştirdiği sevgililik dışında işi, hobisi, lobisi, maddi manevi tatmin olma halini kıskanıp kendisini aşağı gördüğünden bu insanı sorunlu addedip kendisini temize çekmeye çalışır ama o defterdeki her şey gitse de silgi izleri gitmediğinden asla başaramaz, bu onu daha da saldırganlaştırır.

efendim kadınsanız frijitsiniz, lezbiyensiniz (oha! çünkü lezbiyenler aşık olmuyor, sevgilileri olmuyor, sevmiyorlar) soğuksunuz, bir erkeği tatmin etme yetisinden yoksunsunuz; erkekseniz çükünüz kalkmıyor, kalksa bile tam sertleşemiyor, sertleşse bile o sertlikte kalamıyor yani beceremediğiniz için siz sevgilisiz yaşamaya mahkum oluyorsunuz bu küçük insanların küçük beyinlerinde.

çünkü sağlıklı bir insan mutlaka sevişmek ister ve siz sağlıksızsınız çünkü sevişmek istemiyorsunuz, oysa sırf cinsel ihtiyaçlarınızı gidermek için ilk kuru dalla çiçekleanladın sen gelene gitmeliydiniz, sağlıksınız işte banane banane...

aynen busunuz işte bu insanı eksik/yazık tanımlayanlar. izanınızı skiim.



(16.05.2011 02:06)




 "unutma ki, yalnız olmak; yanlış yerde ve yanlış bir kalpte olmaktan iyidir." 

charles bukowski'den.

(17.08.2011 01:34)

yanlış kısa mesajlar

genelde yanlış gelen sms'lerdir. mesela bir sabah uyandım. çok da samimi olmadığım bir kız arkadaşım bana şöyle bir mesaj atmış:

"seni zorla sevmeye calisiyorum(ilan ı aşk?) ama bunun için 1 tane bile neden yok(hmm ilginç. kendime bu saygısızlığı yapmaycambeni sevmek vs saygısızlık?. hem beni sarhos ve bunalimda bi halde birakip gittinyok öyle bir şey, neyse bir okuyalım ertesi gunde seni adam yerine koymayan 2 kiroyla mac seyretmek daha cazip gelmis olacak kiiki kıroyla maç? ne yaptigimi merak bile etmedinsabah da olsa bu noktada yanlış geldiğini anladım. pisirikligindan ezikliginden karaktersizliginden yalakalindan igreniyorum. bu yüzden seni görmek istemiyorum. anlamissindir artik beni.."
ben anladım da anlaması gereken anlamadı be güzelim. su gibi bir kız, vaktiyle tüm okul peşinde koşardı. düştüğü duruma üzülüp "ben de seni seviyorum hayatım" diye mesaj atsam da utancından ya da içinde bulunduğu ruh halinden cevab veremedi.

bir diğeri daha elim ve daha vahim bir vaka çünkü mesaj benim hakkımda atıp tutmak için bana atılmış bir mesaj. ben de o dönem içinde bulunduğum koşulları düşünüp kim bu ve kimden bahsediyor diye uzun uzun10 dakika falan düşünmüştüm. buyrun okuyalım:
"şebembu nasıl bir hitap ola ki iyi akşamlarbizde bir aradaşınkalıyo memnunuz da polis olabilir teredüt ediyok haberin var mı muharrem dikili selam hepinize"

ben kimde hangi arkadaşım kalıyor, muharrem kim derken kalan ve polis sanılan arkadaşın ben olduğunu fark edince güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. ciddi ciddi mit ten falan sanmışlar beni. korkma sebepleri de vaktiyle bir aile bireyinin tarihi eser kaçakçılığından hüküm giymiş olması. bir de kaldığım yer öyle bir muhit ki biri sivil polis bu dese kim vurduya da gidebilirim, o derece... bu da böyle bir anımdır.

(27.11.2009 19:59)

aslında  bu anı çoook daha uzun, o yaz arkadaşlarım yazmam için ısrar etmişti, o yaz 2005'ti.  neşe kaynağımız olmuştu. yaşarken değil ama sonradan anlatırken durum epey trajikomik aslında... belki başka zaman.

2011'in ardından ntv

Ntv'nin hazırladığı senenin önemli olaylarını gösteren şema haber. Uludere yok. Eksikleri siz tamamlayacaksınız demişler, ondan diyorum. İki gün önce olanı unuttuk mu?


http://2011in-ardindan.ntvmsnbc.com/

yılbaşı ve kırmızı don klişesi

Bu yazı da saat 12'yi vurmadan yetiştiremediğim güzide yazılarımdan. Hatta saatin 4'ü çeyrek geçtiğini düşünürsek... neyse önemli olan yapmak! 


                                                        Öncelikle işte o don!


Bu kırmızı don klişesinin kökeninde Noel Baba vardır, hepiniz bilirsiniz Noel Babamız (cici baba) hep kırmızı takımı ile gezer ve herkese hediye dağıtır. Kırmızı yaşam ateşinin ve cinselliği de temsil eden kök çakranın rengidir ve kısmet açtığına inanılır. Bu nedenle kırmızı donun bol hediye veya kısmet getireceği inancı hasıl olmuştur.


Bir de Feng Shui var. Feng Shui'ci bir ablamız cv'si çok iyi bir adamı iş görüşmesine kırmızı donla gitmeye ikna etmiş, adam çok iyi eğitim almış olmasına rağmen aylardır işsizmiş, o gün işi alıp da gelmiş. Aynı apla 'bir erkekle ilk buluşmanızda mutlaka kırmızı çamaşır giyin,' dedi. Erkeklerle buluşmadığım için bilemiyciim. 


Feng Shui bir yana Noel Baba hikayesi gayet uydurmaydı. Ciddiye alanlar olduysa özür dilerim ama belki haklıyımdır, destekli salladım.


İnsanların neredeyse mitokondrilerine işlenmiş bu kırmızı donun tam da yeni yıla girerken giyilmesi gerektiği -yani önceden giymiş olsanız bile o saatte çıkarıp tekrar giymeniz veya yeni bir don giymeniz gerek- gibi bir saçmalığı, annem nereden duymuşsa duymuş. Ben de kırmızıyı çok severim, her sene bana benim hoşuma gideceğini düşündüğü kırmızı donlar alırdı, noel baba resimli, yıldız işlemeli, kurdeleli, çeşit çeşit, son seneler transparan modellere merak salması ve benim onları sevdiğimi düşünmesi de geçen sene lodosimou ile epey eğlenceli bir konuşmamıza konu olmuştu. Annem geçen sene abartıp öyle şeyler almış ki, sadece pamuklu kırmızı çorap "normal" diyebiliriz. Hatta lodosimou 'emin misin abi? o da yukarı çekince vücut çorabı olmasın?' demişti, kullanamadığım halde epey eğlendirmişti bizi bu donlar. Anneme 'ben bunun içine nasıl gireceğim anne? göz var nizam var' dediğimde annem 'hep böyle mi kalacaksın? ver kilolarını gir, alla alla' diye beni alabora etmişti. Her gün yaptığı bilumum tatlıyı yiyerek bunun mümkün olmadığını dile getirmem pek işe yaramadı, don da beyaz kapri eşofmanın üzerinde mini etek seviyesinde kaldı, güldük eğlendik. Bu sene değiştirmek için bakınırken gözüme çarptı, sanki bakıp bakıp gülümseyeyim diye ortadaydı hep. Gözüme kestirdim ve bu sene tam oldu. Kilolarımı verdim anne, bak o düdük şey bile tam oldu. Rahat uyu.

ah nejat işler ah

 bugün saçma bir tesadüf sonucu youtube duman'ın ah parçasının tarafından yapılmış cover'ını gösterdi. epey bir zamandır bilinen bir cover'mış meğer. ben kendim adına tebrik ettim. sesi parçaya gayet gitmiş, yorumu da güzel. vakti ile duman niye izin vermemiş bilemedim, belki de önlerine geçer diye düşündüler, oysa nasıl da eğleniyor kendi başına,


http://www.youtube.com/watch?NR=1&v=cmm4guwzpGM


ah, neşesi yeter...


http://www.dailymotion.com/video/x8vi1b_duman-ah-animasyon-klip_music 
(27.11.2011 18:04)

hatırladıkça iç burkan yılbaşı anıları

 1995 evde ölüm sessizliği, hastalık soğukluğu, buhran. babam mutlu olsun diye babamla son rakı içişimiz...

2011 bacağı kırılmış bir sokak kedisini ameliyat ettirmiştik, almaya gittim, dönerken yolum uzundu, istiklal'e uğradım, kediyle. yapı kredi yayınlarına girdim ve en yakın arkadaşım olacağını o dönem bilmediğim, kedinin masrafını karşılayan arkadaşıma hediye aldım, kitapları inceledim, kediyle. annem sürekli üşüdüğünden bahsediyordu, yün içlikleri çok eskimişti, boşver diyordu, gittim ona da bir yün içlik ya da don diyelim, ondan ve eldiven aldım, parmakları açık olanlardan çünkü bir şey tutamıyorum diye eldiven takmıyordu ve elleri çatlıyordu, yine kediyle. elimde paketler ve kedi eve döndüm. annem hem şaşırdı, hem kızdı, hem sevindi, kediyle. eldivenleri takmam makmam boşuna almışsın dedi ama sonra önce ben aldığım için, sonra çok rahatmış bunlar diyerek giydi. ya da beni kandırdı, bilemiyorum. yemek yedik, oturduk, saat geldi, annem her zamanki gibi iyi seneler dileklerini dile getirdi. bu sondu.

(31.10.2011 01:00)

Sevilen birisine son kez sarılmak

 kokusunu içine çekersiniz, ilaç kokusundan genziniz yanar. yine de koklarsınız, zira başka zaman olmayacaktır sevdiğiniz kişiyi morga götürürken.
(16.09.2011 03:52)

Annenin ölümü

annenin ölmesi sadece bir varsayımdan ibaretken varsayımlar üzerine düşüncelerin ve yaşanmış acıların farklı yerlerde ele alınması gerektiğini düşünüyorum.

mesela ben bundan bir hafta öncesine kadar birçok varsayımda bulunabilecekken ve elim gitmezken artık bu acıyı tanıyorum, elimle tutuyorum ve diğerlerine gösterebiliyorum.

annenin ölümü ne kadar tanık olsanız da garip yerlerden karşınıza çıkan garip bir var olma hali. ben ki son dönemlerinde hep yanında, son gecesinde artık zamanının dolduğunu, benim için uzatmaları oynamaya başladığını görmüş, apar topar fenalaşmasına gitmiş, ölüsü ile karşılaşacağımı bile bile yoğun bakımın kapısına koşmuş, morga elleri ile götürmüş, öleceğini bilmeme rağmen bilememe rağmen inanamayıp kumaşı açtırmış, morga sokmadan yüzünü görmüş, sarılmış, öpmüş, bursa'ya cenaze nakil aracı ile getirilmeden önce tabuta kendim taşımış, tabutla yolculuk etmiş, defnedileceği yere kendim indirmiş bir insanım. tüm bunlar artık insanın zihninden annesinin yaşadığı pseudo gerçeğini silmeli, değil mi?

annem öleli tam yedi gün oldu, rakam ile 7, hatta sekizinci günden saat alıyoruz, bazılarına göre definden sonrası sayılıyor, o zaman da yarın, ki which is kandil, annemin yedisi ve ben hala kendimi beni aramasını beklerken buluyorum, dün gece ciddi ciddi, bir haftadır buradayım, annem beni nasıl merak etmedi de aramadı hayret derken yakaladım, halbuki telefonunu bile o şaşkınlıkla bloke etmişim, hayatta olsa bile nasıl arasın...

bu sürer mi bilemiyorum, alchoburn'ün annesine söyledim, onda da hala olurmuş benzeri şeyler, acaba olacak mı sonrasında da? sanki buraya gezmeye gelmişim, işleri halledip döneceğim ya da annem bir yere gitmiş gibi, özlem giderek büyüyor. hafta sonu mezarlığa gidemedim, deli gibi özlüyorum, yapılacakları bir kenara bırakıp arkama bakmadan oraya koşmak istiyorum.

bugün annemin yedisi, ben hala deli gibi onu etrafımda arıyorum...



(27.06.2011 15:53)


 bana çocukum demesini özledim.

- saat iki olmuş, sen yatmıyor musun daha çocukum?
+ tamam anne ya üff (annelere en çok söylenenlerden biri)

(13.10.2011 02:20)


*Kıymet Nadir Bindebir'in 20.01.2007 tarihli Annesi Erken Ölen Kızlara diye çok güzel bir yazısı vardı online Yaprak Dergi'de, link ölmüş ve yazıyı bulamadım, ithaf ettiklerinden biri can dostumdu, ilik nakli sonrası annem ölmesin diye didinirken pat diye onun annesi ölüvermişti işte. Henüz mezar yerini bile satın alamadık. Ocak'ta son...*

2011 ile tamamen geride kalanlar

2011 senesi ile geride bıraktığım anne kız diyalogları, halbuki geçen yılbaşı fi tarihindeki sevgilim aramıştı, annem bomba yorumlar yapmıştı gülmüştük... 


 - anne, biliyo musun kim aradı beni bugün yeni yıl ayağına
+ kim?
- mahmut
+ hangi mahmut, (sırıtarak) eski sevgilin mahmut mu?
- evet, fiiii tarihindeki sevgilim (neredeyse on yıl önce ayrılmışız) niye ve hangi yüzle arıyorsa artık...
+ özlemiştir (sırıtarak)
- götümü özlesin o!
+ belki onu da özlemiştir (iyice sırıtarak)
- ???!!!???



(01.01.2011 00:58)


 - inanabiliyor musun anne? resmen böyle bir anket yaptılar! sinirlendim!
+ sinirlenme çocuum, sinirlenme.
- ya resmen türk müsün, kürt müsün, laz mısın, çerkez misin diye sordular!
+ lazım deseydin.
- e değilim ama?
+ olsun deseydin.
- ??!!?



(13.12.2009 16:57)


söz konusu anket:


 telefonla yapılan bir anket türü. yeni uyanmışım, ses borazan. ev telefonu çaldı. o sersemlikle tam da anlayamadım, akbilmemne, ufak bir anket yapıyoruz ben şebnem diye ilk açılışı yaptı karşı taraf. peki demiş bulundum. ne bileyim özellikle son soruda kanın beynime sıçrayacağını.

şebnem - eğitim durumunuz?
berte - şu
ş - isim?
b - bu.
ş - bu di mi?
b - evet, bu bu.
ş - yaş kaç?
b - o.
ve here comes the real anket:
ş - hükümetin genel politikasını nasıl buluyorsunuz? olumlu, olumsuz?
b - olumsuz.
ş - beşir atalay'ı nasıl buluyorsunuz? iyi kötü?
b - kötü. ( sabah sabah ilk duymak istediğim soru değil yani, beşir atalay falan, afyonum patlamamış daha)
ş - hükümetin demokratik açılım politikasını nasıl buluyorsunuz? faydalı, zararlı?
b - (burda ben başladım şimdi şöyle değerlendirmek lazım diye..)
ş - zararlı diyorsunuz yani?
b - hayır, zararlı demiyorum. zararlı dersem bu çok yanlış anlaşılır. (anketteyim, ben de yahu, sanki tartışma programına çağırılmışım, sözümü yanlış anladınız diye açıklama yapmaya çalışıyorum.)
ş - o zaman fikrim yok yazıyorum.
b - (ohaaa!) bakın fikrim yok demiyorum. (ya zararlı yazdıracak, ya da fikrim yok yazdıracak, nedir kardeşim? burada ben daha itiraz edemeden diğer soru geliyor)
ş - chp'nin açılım konusundaki tavrını nasıl buluyorsunuz? iyi, kötü?
b - kötü.
ş - mhp'nin açılım konusundaki tavrını nasıl buluyorsunuz? iyi, kötü?
b - kötü. (bir nefes al, üstteki cevabı düzelttiremedim, sinirlerimi de zıplattın.)
ş - dtp'nin kapatılmasını nasıl buluyorsunuz? doğru, yanlış?
b - yanlış.
ve bomba rap şeklinde geliyor:
ş - etnik kökeniniz nedir? türk, kürt, laz, çerkez?
b - (çok sinirlenmiş bir ses tonuyla) türk!
bir türk nerede yaşar ki yanlış bulur sorusu geliyor, hangi şehirde yaşıyorsunuz, semt nedir diye soruyorlar. izmir, kadifekale dememek için zor tutuyorum kendimi burda.
ş - peki, teşekkür ederiz.

herhalde zıplamış bir sinirle kapattım. bir arkadaşa sordum. biri seni işletmiş olmasın, dedi. umarım biri beni işletmiştir. bu ne yahu!

(12.12.2009 16:46 ~ 16:47)


sosyalist feminist kolektif'in "benim olan senin olsun" etkinliği için takas edilmeye uygun kıyafet aranmaktadır. berte yıllar öncesinin tiffany tomato kotunu bulup duygulanır, hayır kot giyen biri de değilim, sevmem kot mot ama nostalji işte, anneme gösterme gafletinde bulundum. zaten bana zorla aldığı ve şantiyede giyerim deyip hiç giymediğim kotu gideceklere eklemişim zaten. nostalji yapıp göstermez olaydım!

-anne bak, bu da varmış. tiffany tomato (ortaokul yıllarımdan ve çok temiz giymişim maşallah, muhtemelen pek giymediğimden de olabilir.)
+ ver onu, sen bir daha o kadar ince olamazsın. (dakka bir, gol bir)
-ya anne niye öyle diyorsun ya! (sinirden pantolonun bedenini bulmaya çalışıyorum bu arada)
+ insan yaşlanınca kemikleri kalınlaşır da ondan diyorum evladım.
- ???!!!!????

bir an 36 bedenlerden biri diye mi diye şüphelensem de bahsedilen pantolon 30/32 yani 40/42 bedenmiş, niye giremeyeyim ki? istesem şimdi girerim yani. en azından bacağım girer. of anne of of!

işbu entry hem kilo ver deyip hem de ne zaman beslenmemi düzene sokayım desem "şunu da ye, bunu da ye" diyerek zorla bir şeyler yediren ve ben " emaan vermiyorum lan kilo milo, hayatıma varil olarak(oha) devam etçem ben! isyanları ile yemeğe saldırdığımda "off bak artık ver şu kiloları, hiç bir kıyafetine giremiyorsun evladım," diyen anneme ithaf edilmiştir.

(26.12.2009 11:32)


 + dolaptaki ekmeği sen mi yedin?
- bilmem, tam olarak neye benziyordu?
+ ??!!??

(01.01.2010 09:29)


 elinde soğanla sivilceye doğru kararlı adımlarla gelen anneye başını çevirip:

- siktir!
+ esas sen siktir! ben senden önce vardım.
- ??!!??

(20.01.2010 15:29)


 - sikeyim, olmadı yine bu.
+ sikebiliyorsan sik. sikemezsin ki.
- ama niye aşağılıyorsun ya? belki sikicem? ne biliyosun?
+ sik de görelim o zaman.
- ??!!??

işbu hikayedeki anne 40 yaşına kadar bok dememiş, 40 yaşında ilk kez küfür olarak bok kelimesini kullanmaya başlamış olup çoluk çombalak milleti böyle naif bir kadını bile bozuyor azizim.

(20.01.2010 15:32)


 nne berte deliberte'nin dibine gelmiş bir saattir kitap okumaktadır, deliberte de kimbilir hangi süper ultra mega şifalı bitkiler kitabı diye düşünür çünkü normalde çok konuşan annenin gıkı çıkmamıştır. insan ya meraktan...

- hangi şifalı bitkiler kitabı o?
+ çok değişik konular anlatılıyor, merak ettim.
- bitkiler üzerine mi? (kapağı görmeye çalışıyorum bu arada)
+ erkeklerin ve kadınların şeyini anlatıyor, (utanarak) birleşmesini..
- (hangi kitap lan o)??!
+ (kitabın kapağını gösterir hafiften, arkadaştan ödünç aldığım gündüz vassaf kitabına sulanmış meğer anne kedi, hem de cennetin dibi) pipicik diye hikaye vardı, merak ettim, işte kadınların erkeklerin cinsel yaşamlarını anlatıyor...
- pipicik mi? ahahhahahaha (pipicik ne lan?)(benim annem böyle kitap okumayı nerden öğrendi?)
+ ya evet, merak ettim ben de, gerçi uykum geldi yarın devam ederim.
- pipicik ahahahha (pıtırcık gibi ahaha hala gülüyorum)
+ kedinin rüyası diye bir yer vardı ama kedi yokmuş belki sonlara doğru vardır, bir de erkeğin rüyasını merak ettim.
- şurda kedili kitap var istiyorsan.
+ onu da okuyacağım, sen daha göt oku(lombak) ne bu böyle dört tane göt?
- anne iyi de her lobu ayrı göt mü sayıyorsun, iki tane göt var orda.
+ bir, iki, üç, dört (resmen lobları saydı allaaam)
- anne iki göt var orda.
+ ne biçim bu götler yapışık öyle.

+ (yerinden kalkar ve elindeki kitabı gösterip direkt spoiler'a başlar) duygu ve çelik'i anlatıyor, kadınların ve erkeklerin ikili ilişkilerde duygu durumlarını...
- anne spoiler verme rica ediyorum..
+ ama sadece bireysel de değil, toplumsal açıdan da ele alıyor
- anne bak lütfen diyorum, ben de okuyacağım o kitabı(sanki edebiyat eleştirisi yapıyor mübarek bireysel toplumsal vs vs..)
+ işte yekpare değil, öykü öykü ele alınmış, şöyle olmuş böyle olmuş...
- anne bak hala spoiler veriyorsun, sonunu da anlat bari!
+ sonunu daha okumadım, yarın okuyacağım.
- ??!!

(27.01.2010 00:24 ~ 17:30)


 markete üç şey almak için girip tuvalet kağıtlarındaki süper indirimi gören deliberte elbette bunu da alır ve eve muzaffer bir şekilde gider, tam dolaba yerleştirecekken annenin önünden geçer, deliberte'nin eve sürekli kağıt havludur, tuvalet kağıdıdır yığması ile dalga geçen anne gülmeye başlar:

+ ne o?
- (yakalanmış ama muzaffer) tuvalet kağıdı. niye gülüyorsun?
+ yine mi tuvalet kağıdı aldın?
- ama süper indirim vardı, 32 rulo bu
+kaça aldın? kesin pahalı almışsındır şimdi sen...
- yok yahu pahalı değildi (fiks cevabım resmen)
+ kaça?
- 17 lira
+ e pahalı işte
- ama 6 rulosu bedavaya geliyor bunun, hem kaliteli...
+ e peki iyi göt silmeler o zaman.
- ??!!

(05.02.2010 02:38)


 dışarı çıkmak için üzerinin değiştirmekte olan berte'yi gören anne berte:

+ ne o soyunmuşsun?

- sanat için soyundum!

(24.02.2010 12:57 ~ 12:59)


 5 haftalık hamile kedimiz lili ile konuşurken:

ben - lili, sezaryenle mi doğuracaksın yoksa normal doğum mu yapacaksın?

lili - mırrr mırrrr , sus ve okşamaya devam et mırrrr....

konuşmaya dalan anne - benim kızım korkak mı ki sezaryenle doğursun, aslanlar gibi normal doğum yapacak benim kızım!

(24.02.2010 13:08)


 + sen hala bişey yemedin, di mi?
- yok, beyefendi kucak istiyormuş, miyav dedi. oturuyoruz işte, elde kitap kucakta kedi.
+oğlum, kadın senin yüzünden kaç saattir aç kaldı, bırak da yemek yesin! anan da böyleydi senin gerçi!
- anası kim yahu?
+e sen! sen de ne zaman yemek yiyecek olsam miyav diyordun!
- ?!?!

(21.03.2010 15:51)

 - pişko kızım benim bu, şişman mıymış bu (kediye)
+ benim kızım şişman değil bi kere, tüyleri kabarık!
- bana hiç öyle demiyorsun ama!
+ ??!?

(22.03.2010 13:40)


 refleksolojinin sırlarını öğrenmiş deliberte anne berte'ye gider:

- yat, sana refleksoloji yapıcam.
+ yatmam ya işim var.
- ne işin var, 10 dakika sürer, kobay olarak kullanıcam, peki şu koltukta otur yatınca bana yer kalmıyor zaten.

normalde kedinin oturduğu süper rahat koltuk ayarlanır bi güzel, hafiften başlanır. tam sağ ayakla ilgileniyorken anne sol bacağını sağın üzerine atar, gel keyfim gel pozisyonuna girer.

- anne, napıyosun?
+ keyfime bakıyorum. ben de anneannene yapardım eskiden her gün.
- e iyi bak da, o bacak ne? öyle mi yapıyordun anneanneme?

güler ve paralel haline geri döndürür.

+ ben de çok meraklıydım, bir sürü bilgi vardı, hepsini tekrar tekrar okurdum unutmayayım diye. unuttum ama sonra. mesela sen şimdi nereyi yapıyorsun?
- sinsiler gibi iç organlarına ulaşıyorum.
+ sinsiler gibi?
- evet.
+ .........
- ............

(11.04.2010 17:59)


 yine bir relaksasyon seansı, anne soruyor neresi nereye denk geliyordu diye.

- bak anne, burası hipofize tekabül ediyor, şuralarda öyle.
+ e tabi hipofiz ana bez, hepsi mi hipofiz o gösterdiğin yerlerin?
- evet ama detayını bilmiyorum, alt birimleri salgılıyordur belki o kısımlar, ben kabaca biliyorum, detaylı bilgi için kitap alın falan diyor cd
+ a evet olabilir, melatonin nereye denk geliyor acaba? (eyvah, yine melatonin övülecek)(ve evet) melatonin sadece gece 12 ile 3 arası uykuda salgılanıyor biliyorsun, değil mi? yani senin hiç salgılanmıyor.
- ?!??
+ neyse ki karanlıkta uyumayı seviyorsun, o da bişey.
- ??!!?

şu melatoninden çektiğimi hiçbir şeyden çekmedim sözlük!

(15.04.2010 23:59)


 eve pestil dönen deliberte koltuğa yığılır, nalları diker(literally, ayakları yükseğe koyup uzanma pozisyonu). onu bu savunmasız durumda gafil avlayan anne berte günün özet bol felaket ve aksiyon içerikli haberlerini sunmaya başlar, deliberte pestil gibi yatmasına rağmen yeni maceralara atılacağı gerçeğini biliyordur artık. anne durmaz:

+ şöyle de oldu, sonra böyle oldu, bir de öyle oldu, başka var mıydı sana diyeceğim?
- bence yoktu
+ dur bir düşüneyim, şunu dedim, bunu dedim onu dedim
(artık tamamen bitmiş ve saatlerdir aç berte) - şunu bunu bırak da susman için kaç para vermem gerekiyor, sen onu söyle
+ 400
- ?!???

bir saniye düşünmeden cevap verdi lem!

(17.04.2010 00:03)


 evdeki kedilerin cinsiyet tahlilinde yanılmadığımız günbegün açığa çıkmıştır.

+ buna nazlı deme, nazlı kız ismi, oğlan bu.
- evet, ona riçi demeyi düşünüyorum, riçırd olsun o (richard dawkins)
+ o riçırd olacak, (riçi'nin en çok oynadığı irene'i(irene jolio curie) gösterip) bu da sıçırt mı olacak?
- ?!??

(25.04.2010 10:47)


 yeni kalkmış berte yatakta bağdaş kurmuş burnunu silmektedir.

+ bak sana yumak getiriyorum bir tane (tosi)
- getir getir (afyon patlamamış hangi yavru diye bakıyorum derken anne bırakır yavruyu bağdaşın ortasına)
+ al götüne girsin
- ?!!??

o kadar da sevgiyle söyledi ki, şakacı mıdır nedir :/.

(26.04.2010 14:39)


 - sabahın bu saatinde hayırdır? niye çamaşır makinesini açtın?
+ kız yorgana işedi, ben de hemen attım.
- ebru mu yorgana işedi?
+ ???!!! anne ebru yorgana niye işesin? lili(kedi) işedi.

(12.06.2010 14:04)


 - oooo mis, akşama mantar mı var! kocaman hem de!
+ evet çocuğum, bu mantarlar da senin gibi
- teşekkür ederim anneciğim
+ bir şey değil çocuğum
- çok naziksiniz
+ evet çocuğum, bu mantarlar da senin memelerin gibi hahahaha
- teşekkür ederim ama kırıcı oluyorsunuz, iğrençsiniz anneciğim
+ akşama meme mantarı yiyeceğiz ahahahah
- (hışımla mekanı terk et)

(04.12.2010 19:20 ~ 21:15)


geçen sene bacağını iki yerden kıran ve ameliyat olan Şirin kedisini almaya gitmiştim, sonra Şirin'le Beyoğlu'na gidip hediye almıştık.


 + sen yemeğini şimdi mi yiyeceksin banyodan sonra mı?
- bilemedim ki, aslında yesem iyi olacak, havva teyze'nin börekleri tramvayda kaldı (tansiyonum düştü, fenalaştım, istifra ettim, hala bitkinim biraz, mevzu bu ama üzülmesin diye direkt söylemek de istemiyorum)
+ aa börekleri tramvayda mı unuttun?
- yok hayır, unutmadım
+ e nerede unuttun peki? yanında mı götürdün sen onları? yemedin mi?
- unutmadım, zaten çıkmadan yemiştim ama tramvayda kaldı
+ (şaşkın)e o zaman yanında götürdün, ben yedin sanmıştım
- yok yok yedim zaten ama tramvayda kaldı börekler
+ tramvayda mı yedin?
- yok yok evde yeyip çıkmıştım, ama tramvayda kaldılar işte kısfmet
+ götürdün yani börekleri
- benimle beraber oraya kadar geldiler tabi ama oraya kadarmış
+ yedin di mi? (iyice şaşkın, ne diyor bu diyor)(azıcık daha uzun konuşma ama kesiyorum)
- sen benim dediklerimden bir şey anlamadın di mi?
+ yok, anlamadım
- börekleri yeyip de çıkmıştım ama tramvayda kustum
+ (şaşkına çevirdim ya) e tramvayda kaldılar dedin? yemişsin?
- e işte tramvayda kaldılar
+ gidişte mi dönüşte mi?

artık ne fark edecekse... ama işe yaradı, göz görmeyince gönül katlanıyor işte.

(01.01.2011 01:08)


 - bir şeyler yiyeyim ben
+ dışarıdan süt aç, hem midene de iyi gelir, sek süt,
- sek süt, açayım da sütü sek içince çarpıyormuş diyorlar
+ ?? ha ne?
- sek içince çarpıyor bu süt!
+ o o süt değil evladım, aslan sütü mü bu?
- lili sütü *aslan kızım

demem o ki, calimera!

(01.01.2011 14:50)


 burada dikkat edilmesi gereken şey diyaloglardaki annelerin erken yirmilerinde olmayabileceği gibi evlat anlamındaki "kız"ın da her zaman üç yaşına tekabül etmediğidir.

esas söylenmek istenen: bir daha bana sen kız mısın diye mesaj atanı yakarım ulan! üç yaşında mıyım, beş mi?!!

(02.01.2011 11:06)


kaç yaşında ve hangi konumda olursanız olun, isterseniz anneanne olun, siz yine annenizin biricik kızısınızdır. ayrıca isteyen istediğini yazar, size mi soracağız yarraaam?
neyse, sadede gelelim, son derece iyimser diyaloglar olabilir bunlar:

+ bugün biraz iyisin galiba, di mi?
- evet evet iyiyim bugün
+ dün gece ölüyodun valla
- ölüyo muydum?
+ evet, ölüyodun, ben seni hiç öyle görmemiştim (baş ağrısı, mide gazı ve yemeklerin gerisin geriye gelmesi sureti ile biraz akşam yemeği kaybı, bir nevi kusma kusmama arası, komple bir yamulma)

nazar edenlerin başına kıskandıkları hayatı aynen diliyorum, elemtere fiş kem gözlere şiş sözleri ile bitirdiğim bu romantik entry'yi türk hava yolları'na bağışlıyorum.(08.01.2011 10:55)



 - dünyadaki tüm çikolataları yemek için nereye başvuruyoruz?
+ evdekiler bitti yani? (o.o)

(19.01.2011 05:21)


 + şuraya çık, oraya değil şuraya
- e tamam çıktım da dönemiyorum, dönersem dökücem etrafı
+ neyse bak bakayım gevşemiş mi gitmiş mi ampul
- tamam yaptım iniyorum ama baştan uyarayım, burası da benimle beraber inecek
+ yuh yani götünle köy deviriyorsun!(sadece cezve düştü)
- e ben sana söyledim, di mi? oraya çıkınca nasıl döneyim?
+ dikkat et devirme işte daha ne devireceksin?
- götümle şehir deviricem!

(25.02.2011 17:02)


 - anne ya, böyle böyle dedi bana hocalar (ağlamaklı) hırslıymışım, yükselmek için herkese yalakalık yapıyormuşum, zaten annem neymiş ki ben ne olacakmışım böhüeaaaa
+ kızım iyi ki de profesör olmuşum, orospu olsam kimbilir ne diyeceklerdi?
- ???!!

(25.02.2011 17:04)


 - yemeği ısıtıyorum, sen de yiyecek misin? sana da ısıtayım mı?
+ ısıt tabi, ben camiden kilim mi çaldım? ben de yiyeceğim
- bilmiyorum, belki çalmışsındır... (buraya kadar klasik diyalog)
+ (çok masum bir ses tonu ile) artık çalmıyorum
- (beklenmeyen cevap karşısında kıkırdayarak) artık çalmıyor musun? iyi, aferin...

böyle ses tonlarından bağımsız kuru kuru yazınca anlamını nasıl da yitiriyor güzelim diyaloglar.

(13.03.2011 20:29)


 - anne! off niye sen yapıyorsun? ben yaparım! kaç defa söyleyeceğim, niye bana haber vermiyorsun?
+ sen çok narinsin.
- ??!!

(20.04.2011 02:17)


 - bu kediler yoktu ortalıkta, nereden çıktı bunlar birdenbire?
+ ....
- biraz önce kimse yoktu, şimdi arka arkaya hepsi geldi, seni mi hissediyor bunlar nedir?
+ ....
- kesin seni hissediyorlar, çekim gücü var sende, kedi çekim gücü
+ ?

işte kedilerin varlıklarını hissettikleri anda etrafına dolandıkları kişi veya yiyeceklerde bulunan çekim gücü kendileri.

(22.04.2011 13:49)


 - bak çilek suyu da vereyim çilekler çok güzel
+ yok yok verme, havuçla portakal yeter bana
- ama bak ben sıktım çilekle portakal harika oldu, bir tane sıkayım?
+ yok istemiyorum sen iç, midem almıyor
- emin misin bak, süper diyorum?
+ yok yok bunu içtim mi bana yeter... sen iç, senin de ihtiyacın var
- e peki o zaman ben geri kalan havuçları katlediyorum
+ tamam sen katlet (gayet yumuşak ses tonu)

ailecek hiç şiddet yanlısı değiliz yeminle.

(28.04.2011 17:51)


 sabah suları, hastaneye giriş:

- şu atm'ye bakalım, paramın en azından bir kısmını çekeyim
+ tımam ( atm'ye gidiş) aa geçici olarak hizmet dışı, sonra bakarız kanını ver bi sen..
- piki

öğlene doğru:

- atm çalışmaya başlamış mıdır? kartımı vereyim bi bak?
+ vir

(git gel dıgıdık)
+ yok hala hizmet dışı, sonra bakarız, buradayız ne de olsa..
- piki

öğle: (birtakım malin sonuçlar alınmış vs vs ve yemeğe gidiş - dıgıdık)

- aa olmamış mı?
+ yok, dönüşte belki olur, önce burayı halledelim, eft'yi sonra yaparım ben...
- piki

yemekten dönüş:

+ bir bakalım olmuş mu..
- olmamıştır o (aksi istikamete gir)
+ yok ya bakalım ne olacak, ben bakayım sen yorulma
- boşuna bakıyorsun, dönüşte bakarız
+ olsun bakayım (dıgıdık) hmm olmamış gerçeken...

öğleden sonra doktur bekleniyür:

- acaba makine düzelmiş midir?
+ bilmem, ben bakayım bi?
- e iyi git bak, bekliyoruz nasıl olsa

(git gel dıgıdık)
+ yok hala hizmet dışı
- banka olsa hemen hallederlerdi ama burada birinin haberdar etmesi lazım, kim edecek ki...
+ e ben? gidip arayayım?
- nereyi arayacaksın ki? nereden arayacaksın?
+ e cep telefonu var, bankanın bir iletişim numerosu vardır elbet...
- atm olduğu için olmuyor bunlar heb, aslında bakılması lazım bık bık gak guk...

öğleden epey bir sonra hastaneden çıkış:

(müthişşş yorgun ve bitkin kartı sokmaya çalışıyor) - ben kartı niye sokamıyorum ya? niye almıyo bu?
+ niye almasın canım, du bakayım..... hala hizmet dışı...
- onlar bile artık öldün sen diyorlar, para senin neyine gerek diyorlar, ne yapacaksın parayı diyorlar böhühühü
+ saçmalama canım, makine hizmet dışı hala da ondan almıyor kartı ne ölmesi? hem ölürsen döverim!
- ??!!

kardeşim! şu hastane atm'lerine özen gösterin! hasta psikolojisini ve kendisi gitmek durumunda kalırsa fizyolojisini de geçtim de ya acil bir şey olsa?! ha olsa? mağdur etmeyin nan insanları! ne kadar ayıp bişey ya!

kedith: bankayı da söyleyeyim, halk bankasıydı. nedense hiç şaşırmadım.

(02.05.2011 23:59 ~ 22.08.2011 02:46)


 malum anne hastanede, ben eve gelmişim, telefonla acil durumları vs bildiriyor, yine trombosit lazım olmuş, 2 ünite fiks istedikleri için iki kişi yönlendirmişim ama 5 ünite yazıyormuş, anne telaş etmiş, durum anlaşılmış vs vs, önceki konuşmada da diğer refakatçilerin getirdiği dolmalar sarmalar eklerler falan konuşulmuş bilmemne... bu arada trombositler de hayati risk düzeyine inmiş.

- anne işte böyleymiş durum, bize verilmesini talep etmiş kan merkezi, kapıp getirecekler dönüşte
+ hmm anladım, peki sen gelecek misin?
- (herhalde morali bozuldu, canı sıkıldı bilmemne düşünceleri) geleyim mi? ihtiyacın var mı? istiyorsan geleyim?
+ e dolmalar?(çok gizli bir şey söylüyor gibi hafif fısıldayarak çünkü ona göre benim yemem çok önemli)
- dolmalar? :s
+ e evet sana ayırdılar dolma sarma falan gelecek mi diye soruyorlar
- puhohahahha lem anne ben burada hayati bişiyin peşindeyim, sizin derdiniz dolma allah seni! puhohahaha
+ ahahah ya ne bileyim (yi yavrum yi mode on)

ne diyeyim ben bu anneye ne diyeyim? iştahın kaldı mı demiyor da... gideyim.

(05.06.2011 18:06)


 çapa acilde bir hafta olmuş, kanamalı hastamı taburcu etmeye kalkmışlar ben delirmişim falan, ben şikayet peşindeyken bir haftadır beyin kanaması geçirdiğini saklamak için ters taklalar atmışım, tüm doktor ve hemşireleri kenara çekip haberi yok müdür benim bana konuş demişim... dangalak doktorun teki cart diye söylemiş, kadının zaten kanaması var, zaten taburcu edilmeye kalkılmış, siz hasta olsanız nasıl hissedersiniz? bir de üzerine bu, ben sinir krizi geçirmişim, ağlamışım falan, yüzüm gözüm dinsin öyle konuşayım diyorum, yanına gittim...

+ kızım, ben beyin kanaması geçirmişim (çok üzgün ve ağlamaklı ifade ile)
- evet annecim
+ sen biliyor muydun?
- evet, biliyordum
+ allah sana acımış...

o durumda bile sizi düşünen akıl almaz muhteşem varlıklar anneler, belki allah bana yine acır...(annemin yoğun bakıma alındığı ve bana her an ölebileceği söylendiği gün)

(10.06.2011 16:20)


 anne bir haftadır yoğun bakımda, ameliyata hazırlanıyor, artık alınacak, son hazırlıklar yapılıyor ve sedye ile çıkıyor. doktoru trombositler yükseldiği için çok mutlu, 30 binle gireceğiz ameliyata çekilebilirsin rıfkı diyor, rıfkı olarak çekiliyorum ben de ve annem sedye ile dışarı çıkıyor. insanın algısı ne tuhaf oluyor, %95 ölüm riski var, bir sürü kağıt imzalamışız ikimiz de, önce ben sonra o... ilk gözüme giydiği ameliyat kıyafeti takılıyor, normalden farklı renkli rünklü şirin bir şey ve ilk ne sorarsınız?


geceliği kenarından tutup - nereden buldun bunu? (sanki içeride moda şovu , mağaza, victoria's secret falan var)
ciddi şaşırdım, artık kafa nasıl gitmiş, annem anlamsızca yüzüme ne diyor bu diye bakıp içeriden verdiklerini söyleyince kendimi topladım, ne bileyim benim bildiğim ameliyat kıyafeti yeşil olur, cicili bicili olmaz ama bir an ben ne zaman aldım diye düşündüm. bir hafta sadece kapıdan garfield gibi yapışarak iletişim kurmaya çalışmışım, ilk söylediğim şeye bak. insanın algıları, psikolojisi ne tuhaf... zorla da olsa kendimi toparladım, belki son görüşüm, bilemiyorum, diyemiyorum da, o da diyemiyor, artık çok iyi biliyor(uz) ölüyor... o ameliyattan çıkamayacak, şansımızı zorluyoruz, yine de helalleşemiyorsun öyle bir ortamda...

- naber anne, iyi bakmışlar sana, şişmişsin
+ evet dün şiştim, dün çok idrara çıktım kan da vardı... (nasıl üzgündü, nasıl gergindi)
- e hadi çabuk ama evde kediler aç, dalak bekliyorlar
+ ?
- e götürüp pişiricem, aç kaldı çocuklar
+ ahahaha dalak mı yedireceksin, pişirecek misin...
- e herhalde anne, bu arada kadınların hazırlanması gerçekten uzun sürüyormuş, bir haftadır seni bekliyoruz be!(hazır gülümsetmişken neler söylerim diye de düşünmüştüm moralini düzeltecek)
+ ama o melenadan
- biliyorum şaşkın
+ yine kanamam oldu bağırsaklardan çok oluyor işte (çok üzgün ifade ile) dün idrardan da çok geldi
- anne onlar doğal, mide kanamasından o melena
+ öyle mi?
- evet evet, mide kanaması geçiriyorsun ya, 3 gün sürer melena dedi beste de bak
+ beste mi dedi öyle? (beste doktor)
- evet, o dedi, yoksa ben nereden bileyim, yani sürebilir bu üzülme
+ a iyi o zaman, demek ondan oluyormuş
- evet evet

doktor girer hayır ameliyat edemezsiniz der:

+haydaa
- görüyorum ki içeriden çıkmak istemiyorsun, iyi bakıyorlar tabi sana içeride
+ e ne oldu şimdi?
- yine yemişsin trombositleri, bari paraları çık
+ hı?
- çık paraları, ne yapıyorsun o kadar trombositi? kesin satıyosun içeride(yoğun bakım)
+ yok gidiyor işte aşağıdan...
- e niye çarçur ediyorsun? satsana içeride

doktor:
- alın içeri, alın alın alın, olmuyor ameliyat

(17.06.2011 10:51)


o gün ne kadar rahatlamıştım almıyoruz deyince anlatamam, haftasonu bir şey olur, nöbetçi doktor bir şey yapamaz diye pazartesi olması daha iyiydi, henüz şansımızı zorlamaya devam ediyorduk, biz neler atlatmıştık...


 annemi yeni yatırdığım dönemler, hala çapa'dayız. sürekli hastanede olduğumuz için tek meşgalem o, başka hiçbir şeyle ilgilenemiyorum. bir arkadaşım da proje teslimimin yaklaştığını biliyor, hocamla konuşacak, annem de biliyor konuşacağını ama sadece bir derse gitmişim, devamsızlık boyutunu diyemiyorum, her kemoterapi, her çekim, her bilmemne proje saatime denk gelmiş. diğerlerine haksızlık olur diye teslim etmememi söylüyor hoca. ben anneme diyemiyorum. şu ikilemde kalmak çok abuk, eğer ölecekse üzmeyeyim bilmesin ama ölmezse sıçtık yalanım ortaya çıkacak ikilemi... ultra mega kontrolcü annem o hali ile bile soruyor:

+ arkadaşın hocanla konuşacaktı, ne oldu? konuşmuş mu?
- (yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü ne desem ne desem diye kıvranırken...) evet, konuşmuş...
+ kabul etmiş mi hoca?
- (ben doğruyu söyleyeyim ve yaşayacağına odaklanayım dedim) yok hayır, çok devamsızlığı var, diğerlerine haksızlık olur demiş
+ (suçluluk hissi ile üzgün) benim yüzümden yine okulun uzadı :(
- amaaan anne, uzayan okul olsun, proje dediğin nedir ki, bir dahaki dönem bir daha alırım ama bir dahaki döneme bir anne daha vermiyorlar.
+ (gözlerinin içi güldü, ilk defa okulumla ilgili bir konuşmada gerçekten gözlerinin içi güldü ve gülümsedi) doğru, vermiyorlar.

gelip bana bu yaşında niye okulu bitiremedin diye bık bık eden densizleri eşek sudan gelinceye kadar döveceğimin, gerekirse itin götüne sokacağımın resmi olsun bu konuşma. bundan sonra herkes edebi ile otursun, artık ne yaşadığımı biliyorsunuz, mutlu musunuz ettiğiniz binbir densizlik ve patavatsızlık, şuursuzluk dolu sözlerinizden? ayıbınızla yaşayın, bir daha bana bu konuda tek kelime bile etmeyin.

(29.06.2011 22:50)


 buraya, yani oraya yazmadığım bir diyalog daha var aklımda, çok iyi hatırlıyorum, 9 Haziran, yan yataklardan birindeki hasta kendinde reflü çıktığından bahsediyor, ben annemin yanına uzanmışım, konuşuyoruz öyle...


- ya biliyorum reflü bende de var, ülserden daha zor...
+ nasıl ya? sende reflü mü var? (yatakta dikilir gibi oldu şaşkınlıkla)
- e evet anne, bende iki yıldır reflü var? (nasıl bilmiyorsun soru işareti)
+ e bana niye söylemedin?
- e söyledim ya? ilacın yan etkisi reflü yaptı bende diye?
+ ben onu normal mide sorunun sanmıştım, ülserin nüksetti sanmıştım
- anne soluk borum -yemek borusu kastedilen elbet- cayır cayır yanıyordu, unuttun mu?
+ e söyleseydin ya kızım, ibrahim saraçoğlu'nun reflü ile ilgili dediği bir sürü şey var, sana da yapardık...
- ???!!! zeytin çekirdeği yutma falan mı?(gerçekten mi unuttu yoksa gerçekten hiç mi anlamadı dehşet ve merak içinde)
+ yok yok aa şaşırdım şimdi...


aldığı ilaçların yan etkisi diye düşündüm, ben eğik otursam bir şeyin mi var diyen bir anneydi benimki. sözlük günlüğümdü benim, sırf kendim için yazdığım, keşke daha çok yazsaymışım, o koşuşturmaca da ne konuşmalarımız var nefes bile alamadığımdan vakit bulup yazamadığım, bir gün hatırlarsam...


bir de monolog gelsin annemden, neşeli bitsin:
 söz konusu anne kırk yaşındayken bok diyerek argonun kapılarını ancak utana sıkıla açmış bir anne ve evde bir sürü hasara yol açan ve bir sürü fatura borcu bırakan kiracıya saydırıyor:

- bu pezevenk kombiyi de bozmuş, havasını almışlar hala su basmıyormuş!!
+ ....
- içinde hiç su bırakmamış pislik, kombinin içinde hiç su kalmaz mı? nasıl yaktıysa artık
+ ....
- gece gündüz yakmış tabi, yoksa o kadar fatura nasıl gelsin tek kişiye...
+ ....
- bu herif ne yaptı ki? taşaklarını ısıttı herhalde!!!! ben başka türlü açıklayamıyorum! kesin taşaklarını ısıttı (onay bekleyen ifade)
+ .... (içinden)(ben sik deyince problem oluyor ama)

(13.03.2011 14:21)