31 Mart 2012 Cumartesi

3 dakikada irlanda aksanı ile konuşma rehberi


irlandalı bir arkadaşın hizmetimize sunduğu süper mini kurs.


yapmamız gerekenler:


"the 'ah' sound in words like "father" is stretched out. 
the short 'a' sound in words like "map" and "glass" softens almost into an 'ah' sound. 
the 'oi' sound in words like "point" moves toward a long 'i,' as in "find." 
the 'uh' sound in words like "love" and "pub" become a short 'oo,' as in "book." 
the long 'i' sound in words like "fight" rounds a bit. be careful not to take it too far into an 'oi' sound! 
similarly, the 'ow' sound in words like "town" is rounded. again, take care not to drift too far. 
the long vowels - 'a' in "play," 'o' in "go," "oo" in "spoon," and 'e' in "feed," - are all elongated
the 'r' sound has a very hard quality to it. 
the 'l' sound is always very strongly articulated. 
some th words the h is dropped. words like "thighs" sound like "toys"
another example is "thirty three and a third" all the h's are all dropped sounding like "turty tree an a turd".
words like "dirty" the "i" is dropped replaced by a "u" making it "durty"


hope dohs lessons above help ye."


britanya'nın köpee olmuşsun demeden siz hemen atlayayım, ingilizce bilmiyorsanız irlanda aksanı neyinize? ha neyinize?


(deliberte, 30.04.2011 22:55)

bozuk fermuara karnım ağrıyor süsü vermek


şöyle olur efendim. şimdi pantolon fermuarı dediğimiz nane ne yapmalıdır? pantolonu tutmalıdır, değil mi? üst taraftaki düğme, çıt çıt, kopça her neyse de bu fermuara yardımcı olur. bir de bu fermuar denilen nane bazen tek başına bile yeterlidir, neden? çünkü kitlenir. akıllı bir fermuar kitlenir. öyle yok ben kitlenmem yok bana ne kardeşim açılcem ben diyen fermuarı ne yapıyoruz? bozuk diye çöpe atıyoruz. fermuarlar akıllı olsun! neyse işte new york'un çok ünlü caddelerinden birinde kısa bir işim var. evim de o civarda. altı üstü 10 dakika sürecek dışarıda kalmam, pantolonun da düğmesi gevşekti, hangi akla hizmetse unutmayayım, olmadık yerde kaybolmasın diye sökmüştüm, dünyanın en üşengeç insanı olduğum için başka pantolon aramadım bile. fermuara inandım, fermuara güvendim. peki o ne yaptı? ilk yarıda her şey çok güzeldi, işlerimi hallettim, dönüş yoluna geçtim. plaza insanlarının yanından evime döneceğim. sen fermuar gel sonuna kadar açıl! hem de cadde ortası! uzun süre çantamda bir şeyler arıyor süsü vererek gözlerden ırak bir mecra aradım. o kalabalıkta minimum göz önü bir yer bulup artık yavaş yavaş popomu terk etmeye meyletmiş pantolonu artık çekmek zorundaydım! neyse çektim, toparladım ama fermuar bir inat, bir inat! çekiyorum daha hareket olmadan geri iniyor, takılıyor yukarı çıkmıyor, iki adım attım mı tamamen iniyor, mecbur fermuarın kitleme görevini ben üzerime aldım. bütün yolu çantada bir şey arayarak geçirsem bile pantolunun düşme ihtimalini bertaraf etmediği için bu pozisyon mecbur baş parmağım ile fermuarın tüm yükünü taşıyacaktım. öyle de yaptım. dikkat çekmemesi için de fermuarı tutan parmağımın olduğu elimi karnımın üzerine koyarak yürüdüm ve parmağıma binen yükten ötürü suratımı adeta karnım ağrıyormuş gibi buruşturarak - en kolay kısmı buydu - evime doğru ilerledim. artık bir fermuarın yükünü çok daha iyi anlıyorum. fermuar da bunu anlamamı istemiş olacak ki. son bir dakikalık mesafede artık ne olursa olsun diyerek bıraktığımda hiç yerinden oynamadı. ben de bozuk fermuara karnım ağrıyor süsü vererek evime sağ salim ulaşmış oldum.


ne zormuş orta manhattan'da ikamet etmek yahu!
                                                                                                        (14.07.2010 17:57)

sosyal alanlarda insanın dibinde duran diğer insan


genelde açık veya kapalı sosyal alanlarda yüksek oranda gözlemlenirler. bol bol yer vardır ama teyze/amca/vs gider sizin burnunuzun dibine girer. ya da birbirleri ile kümeleşirler, sanki liken hayatı yaşıyorlar mınako.


(bkz: liken hayatı yaşamak)


kardeşim, etrafta yer var. bol bol alan var. oturacak yer var. kimse kimsenin yerini kapmıyor. uslu uslu dur durduğun yerde. niye bana sıkıntı veriyorsun? burası senin evin değil ki bir metreden fazla yakın olalım. bakın konuşmaya çalışanları hiç katmadım bile, eskiden keriz gibi kibarlığımdan gerekli gereksiz konuşan herkesle konuşurdum. artık o kadar sıtkım sıyrıldı, insanlara tahammülüm azaldı ki ya görmemezlikten geliyorum ya da çıkışıyorum. herkese değil tabii. makul olana, gerçekten yardım isteyene bu ancak benim yapacağım bir şeyse o an için, kapım sonuna kadar açık. ama bu insanların istediği yardım değil, rahatsızlık vermek. bilinçli veya bilinçsiz yapmaları beni ilgilendirmiyor. rahatsız oluyorum. ben de insanım, diğerlerinden bir farkım yok. diğerlerine karşı saygılı olanın da bir farkı yok. kişisel alanı tanımak zeka ile, tahsil ile edinilen bir şey değil, doğuştan da gelmiyor ama öğrenilebilir. tabii karşınızdaki, öğretilebilir geri zekalıysa.


mesela bir seferinde atm'de işlem yapacağım. zaten epi topu dört kişiyiz, sayı ile 4. birisi işlem yapıyor, ben de milletin dibime girmesinden hoşlanmadığım ve dahi rahatsız olduğum için ve zaten zaten atm balkon gibi bir yerde olduğu için kenarda bekliyorum. yağmur yağmıyor ki saçak altına sığınalım. yani sıkışmamızı gerektirecek hiçbir sebep yok. arkamdaki insan müsveddesi hatun ben para çeken adama o mesafeyi tanıdım diye cıngar çıkardı, ben de durur muyum, pat pat sosyal alanlarda aslında birbirimize tanımamız gereken mesafeden girdim insana saygıdan çıktım. papaz olduk, çirkef çamur bir kadındı. o an bir kılıcım olsa belden aşağı ve belden yukarı olmak üzere ikiye bölebilirdim kendisini. gereksiz yere anksiyete yarattı, toplum huzurunu bozdu. görgüsüz!


mesela hastanelerde bir de konuşmaya çalışma kısmı vardır. sanki sosyal terapi yapılıyor ankaralı mırnav kediler! herkes karısından, kocasından, çoluğundan çocuğundan, işinden gücünden, akşama pişireceği yemekten, hangi hastalıkları olduğundan, ne tedaviler uygulandığından, o sırada orada neden bulunduğundan bahsetmek zorunda da benim mi haberim yok? neyse ki o kadar çok gına geldi ki bu insanlardan artık görmezden gelme, duymazdan gelme, ısrar edene sen mi tedavi edeceksin deme, hastalığını anlatana bunları bana değil doktora anlat, ben doktor muyum kardeşim diye çıkışma, çok ısrar edenlere sana ne yarraam deme gibi savunma yöntemleri geliştirdim. evet savunma yöntemleri çünkü orada bulunan kimsenin kimseyi bu şekilde taciz etme hakkı yok. taciz deyince insanların aklına cinsel taciz geliyor. hayır kardeşim, değil. aç bak sözlüğe: taciz. sırf aynı mekanda bulunma zorunluluğundan dolayı ne çeneni, ne otobüse binerken yere attığın sigaranı ve yüzüme pervasızca üflediğin dumanını ne de dibime girmenin verdiği rahatsızlığı çekmek zorunda değilim. bunu o saksı kafana iyice bir sok arkadaşım. çoluğuna çocuğuna da sahip ol, ayak altında dolaştırıp milleti düşürme ya da kendisini yaralama gibi olaylara mahal verme.


bunları yapmazsan ne mi olur? bana bir şey olmaz demem. etrafımdaysan burun deliklerim bana yarattığın sıkıntıdan ötürü kocaman açılır ve burnumdan solumaya başlarım. neden? çünkü nefes alamıyorum. birisi gereksiz yere dibime girdiği zaman nefes alamıyorum. yine bir kılıcım olsa, bir metre yakınımdakileri kılıçla ikiye bölebilirim; bir metreyi aşan ama her an girebilecek gibi olanları da ortadan ikiye bölmem ama kılıcın ucu ile şöyle bir dokunurum, dürterim ki edebinle uzaklaş. yani her an bir hulk'a, bir zeyna'ya, v for vendetta'ya dönüşebilirim. sonra gelip de bana niye ben uçan tekme yedim birdenbire diye ağlama. 


o kadar çoksun ki, o kadar bencil ve saygısızsın ki artık sana tahammülüm yok. toplum içinde millete yapışarak var olacaksan hiç varolma. toplum böyle bir şey değil. liken hayatı değil. göt göte yaşamak zorunda değiliz. birlikte yaşamaktan kasıt bu değil.


demem o ki, sosyal alanlarda dibinizde burun delikleri kocaman açılmış ve burnundan soluyan birini görürseniz uzaklaşın. o kişi ben olabilirim. 


kimse size derdini anlatmak zorunda değil. siz efendi olun, uzaklaşın. ve eğer o kişi bensem birazdan bir patlama yaşanabilir, sonuç: topuklarınıza vura vura uzaklaşın. uzayın oradan. deli berte geliyor. (titre oligarşi parti cephe geliyor tadı)(yakaladım ansızın oh bebek)(evet yaptım bunu)


sonra gelip bana deliberte neden insan içine çıkmıyorsun diye gelmeyin. vaziyet bu ve ben elimden geleni yapıyorum. kılıcım da şansınıza henüz yok. olsa kesin toplum içine çıktığım günlerde birkaç kere kullanırım. almıyorum çünkü gerek yok bu niteliksiz çoğunluk yüzünden bedel ödemeye.


esen kalın. 


(02.02.2011 11:59)

türk kızlarının duştayken düşündükleri

- yıl 2011 yahu! yıl 2011 ve ben hala suyun aniden soğuması ve sonra tekrar ısınması esnasında vücut ısımın zorunlu değişmesine maruz kalıyorum! yıl 2011, hala çözüm bulamadı mı bu ipneler, merkezi sistem de değil, kombiden olamaz, hmm diğerleri ile su ortak, milletin su harcamadığı saatleri bulmak lazım da gecenin ikisi be adam! nesini kullanıyosunuz? yatın uyuyun lan! bu saatte de mi sulu işler peşindesiniz! zaten şu saçları ıslatması bir dert, taraması açması bir başka dert. bunlar bana yapılmış bir komplo! hatta bir yerde beni izleyen bir kamera yoksa ne olayım, hatta izleyen şunu diyordur: aha dondu yine salak! aç aç aç yavrum sıcak suyu, dakkasına kalmadan yanmazsan neyim! ahahah şimdi de yanıyo mal ahahah aç soğuk suyu da don hohoho, kaç kaç suyun altından buz buz... hehehhe ay nassı da eğleniyorum... yarım saatte alacağı duştan en az bir saatte çıkamıyor suyun sıcaklığının makul bir hale gelmesini beklerken... mıhohahahha yine donarak çıktı salak puhohahaha zaten kedileri de üşüşür başına mav mav, onlara selam çakıcam derken ikinciye bir donar, kötüyüm ben kötüyüm muhohahahaha! 


işte bunlardan kalan kısımda aklınızın hayalinizin almayacağı bazı şeyler düşünüyor olabilirler, mevzu tamamen suyun sıcaklığı ile ilgili...


-şimdi mahmut olsaydı sarılırdı/x bana üşümezdim böhühühüh (bu da bonus) 


                                                                                                                                                  (06.11.2011)

cinsel ilişkiyi porno filmlerden öğrenmek

 cinsel ilişki öğrenilebilir, daha doğrusu sonradan öğrenilebilir bir bilgiyimiş gibi yaklaşmanın hazin sonu. baka baka bir şey öğrenilseydi, öküzler tren mühendisi olurdu.

bak evladım, senin zaten genlerinde cinsel ilişkiye nasıl gireceğin bilgisi var. dürtülerin var. içgüdülerin var. kendi çapında bir libidon var. kendini rahat bıraksan, azıcık kaşif ruhu taşısan her şey tıkır mıkır yoluna girecek.

sen ne yapıyorsun? diyorsun "bizim zamanımızda anamız babamız mı öğretiyordu?" haklısın, ana baba öğretmez. öğreten var mıdır bilemiyorum ama tübitak kitapları daha ilkokuldan bilimsel olarak o yaşın anlayacağı düzeyde öğretir. hatta ben lisedeyken liselere zorunlu cinsellik dersi konulmalı diye mücadele veren lamia avşar bize yaşımız düzeyinde anlatmıştı korunma yöntemleri ile. esasında cinsel ilişknin öğretilmesi gereken yer de budur. orada teori verilsin, sen pratiğini sevdiğin kişi ile uygula. lamia avşar derdi ki 'yobaz okul yönetimi sanıyor bunları öğretince okul fuhuş yuvasına dönecek, çocuk bunu öğrenince sokakta ilk gördüğü kişiyi çevirip beraber olmayacak ki...' elbette bu olması gereken ve olamayan. tübitak kitaplarına ben de yetişemedim ona bakarsınız. eşin dostun bebesine aldım. kafalarında tabu, konuşulmaz, ayıp bir şey olarak şekillenmesin istedim.

neden? çünkü cinsellik senin doğanın bir parçası. porno senin doğanın bir parçası değil, son dönemlerde amatörler var neyse ki de azıcık doğayı gösteriyor. porno neden değil? porno tamamen erkeğin zevk alması üzerine kurulu, oral çeken kadın, her yerinden sikilen kadın, sırf erkeğin canı çekti diye ona göre davranan kadın, kadın tamamen seks objesi, zevk alınan, zevk alan değil... kadınların porno izlemediği yanılgısı da bu tip yapımlardan kaynaklanıyor. hangi kadın, bırakın cinsiyeti, hangi insan sadece zevk veren obje gibi lanse edilmekten zevk alır ki?

özellikle profesyonel tabir edilen pornolardaki duygusuzluk senin iliklerine işliyor yeni bir şey öğreneceğim derken, haberin yok. sonra partnerin farklı bir şeyle geldiğinde bunu dürtüleri ile yaptığı gelmiyor aklına, sanıyorsun ki "yollu" sonra diyorsun mutluluk nerede? sonra diyorsun kız arkadaşlarım benim sikimi neden porno yıldızları gibi emmiyor, sonra diyorsun anal seks her kadının zevk aldığı bişi benimki frijit çıktı.

bu filmler sana zarar veriyor bebeyim. karşındakine nasıl davranman gerektiğini öğretmiyor, senin hayvani güdülerini pompalıyor. idine yönelen frekansa hayır demen ise mümkün değil. bunu da anlıyorum da sonra ağlama neden kadınlarla ilişkilerimde başarısız oluyorum diye. sen o gördüğün adam değilsin, partnerin de gördüğün kadın değil. kendini tanımadan, karşındakini tanımadan gördüğün modeli cuk diye oturtmaya kalktığında da her şey elinde patlıyor. yabma.

hissetmek önemlidir.

(15.02.2011 14:31)

canı istemiyorsa telefona yanıt vermeyen insan

 ev telefonuna sıklıkla, cep telefonuna orta sıklıkla uyguluyorum. bazen de uygulamadım diye kendime kızıyorum. iş zorunluluğu yoksa zaten arandım diye ille de konuşacağım diye bir şey yok derken telefonumun çalması... açsam mı... açtım çünkü önemliydi ama duymadıysam açmadıklarımın yanında duyup da açmadıklarım da çok. hemen insanların arkasından burnu büyük, şöyle böyle, umursamaz, nankör, bize küstü, beni sevmiyor diye hikaye yazacağınıza aradığınız kişiyi gerçekten tanısaydınız böyle hikayeler yazmanıza gerek kalmazdı. ben artık, evet açmadım, diyorum, niye müsait olmadığımı anlatmama gerek olmadığı gibi tamamen benim insiyatifime kalmış.

insanlık hali her şey olabiliyor, çok ters bir zamanda arayabiliyorsunuz, çalışmanın tam ortasında arayabiliyorsunuz. ben kafamı işime vermişken ki zaten bir masaya oturma problemi yaşayan insanım, ev telefonunun çalıp da berteğğğ ay sizi çok merak ettik, evi arıyoruz arıyoruz açmıyorsunuz vık vık, ay nasılsınız vik vik, niye gelmiyorsunuz bık bık denmesini istemiyorum, hele o iç bayıcı kuruntu yapıcı ses tonu ile hiç istemiyorum. beni aramayan insanlarla muhatap olmak istemiyorum. annemin kulakları duymadığı için telefonu açmak zorunda kalmaktan nefret ediyorum. telefona annem değil de ben çıktığım için çocukluğumdan beri beni tanıyan ama sonradan "marjinal olduğum" için, kendi uydurması, "konuşulacak durumda olmadığım için", kendi düşüncesi, telefona ses bile vermeyen dandun teyzenin saatler süren çaldırmaları ile işim gücüm bölünsün istemiyorum. telefonu annem açıncaya kadar tekrar tekrar arasın istemiyorum. telefonun fişini çekiyorum, annem kızıyor. en son sessize al butonunu keşfettim, kimseye açmıyorum. çünkü ay ne yaptığımızı, niye sesimiz soluğumuz çıkmadığını hayatta anlamayacakları halde tekrar tekrar soran insanlarla muhatap olmak istemiyorum. kerhen söylenen iyiyim'in, iyiyiz'in durumumuzun bilinmesine rağmen ciddiye alınıp niye görüşülmediği üstüne sitem üzerine sitem dinlemek istemiyorum, kerhen iyiyiz'in altındaki her gün bizzat yaşadığım şeyleri tekrar tekrar anlatmak istemiyorum. kıytırık bir telefon konuşması tüm modumu siksin atsın istemiyorum. insanların anlayışsızlığına durduk yere bir telefon ile maruz kalmak istemiyorum.

bu paragrafı yazarken yine telefonum çalıyor, önemli. ama açmıyorum, çünkü çok önemli olduğu halde üç haftadır telefonlarıma bakılmamış, kötü konuşmak istemiyorum. başkasına devrediyorum.

ne çok ama ne çok hayatımız bölünüyor gerekli gereksiz telefonlarla. sınırsız tarifelerle beynimiz sikiliyor.

merhaba bu insan benim yazıp kaçacaktım. içimdeki doluluğu durduramadım, biraz kustum. bu sadece birazı, daha çok var.

bu buz dağının görünen kısmı bile değil, tepesi.

(25.03.2011 14:27)

29 Mart 2012 Perşembe

4+4+4 sisteminin gerçek yüzü!

Bu sistemi ilk duyduğumda sadece ve sadece çocukların gelişimi açısından bile ilk 4'ten sonra diğer +'e geçirmenin ne kadar yanlış olduğunu düşünmüştüm. İlkokuldakiler "çocuk" kalırken ortaokul seviyesindekiler ergenliğe girme çağlarını yaşıyordu, nesi vardı ki eski sistemin? Ben mesela 5+4+2,5 okudum, gayet de memnundum hayatımdan. Bu dönemdeki eğitimim verimli geçti.


Bir sürü saçma sapan sebep ile ne kadar da müthiş olduğunu anlatanlara kafa göz girme isteğimi yazıya dökerek öfke kontrolü sağlamayı planlarken yazılmışını buldum, hem de uzmanlar tarafından. Sabancı Üniversitesi "ERG Eğitim Reformu Girişimi" konu ile ilgili çok güzel bir yazı hazırlamış, benim çocuk gelişimine dair düşüncelerimi uzmanlardan okuyabilirsiniz. (Alt metin: resmen tembelim)



"18 SORUDA “4+4+4 YASA TEKLİFİ” 
Eğitim Reformu Girişimi (ERG), TBMM Genel Kurulu’na gönderilen yasa 
teklifiyle ilgili süreci başından beri yakından izliyor ve kamuoyunun 
bilgilenmesi ve tartışmaların bilimsel dayanaklardan beslenmesi için çaba 
harcıyor. Bu süreçte derlediğimiz veriler ve yaptığımız araştırmalar ışığında 
yeni düzenlemeye ilişkin olası soruların yanıtlarını aşağıda sunuyoruz.  
“KESİNTİSİZ” EĞİTİM, KADEMESİZ EĞİTİM MİDİR? 
1. Halihazırda uygulanmakta olan “kesintisiz temel eğitim” ne demek?  
Kesintisiz temel eğitim, çocuklara en azından liseye başlayana kadar ortak bir öğretim programı ile 
eğitim sunulmasıdır. Bu sürede, aynı yaştaki çocuklar farklı program ve okul türlerine ayrılmaz.  
Temel eğitim içinde farklı kademelerden bahsedilse dahi tek bir program izleniyorsa bu kesintisiz 
eğitimdir. Dolayısıyla İrlanda dünyada 8 yıllık kesintisiz eğitim verilen tek ülke değildir. ABD, 
İngiltere, Fransa vb. ülkelerde ilkokul ve ortaokul ayrımı vardır ama öğrenciler 16 yaşından önce 
eğitim programları arasında seçim yapmazlar. 
..."

Yazının devamı için link:
http://erg.sabanciuniv.edu/sites/erg.sabanciuniv.edu/files/ERG_18_Soruda.4_4_4.YasaTeklifi.pdf


Bu yazıyı okuyun, okutun.





Kedili kedili kedili kedili life is just a dream

Cat Mug Cat Mug you're my Cat Mug!

Bu kupadan gören olursa memnuniyetle hediye kabul ederim. 
Kediler ile ilgili bu blogusuma hiçbir şey yazmamamın nedeni sahte berte olmam değil, o yazıları zipirinsan'ın açtığı, benim ve Seda'nın, ama en çok benim at koşturduğum Big Cat's Diary blogusunda yazıyorum. 
Bilmeyen ve bilmek isteyenlere duyurulur. 
Dev bir kediyim, evet.

*Başlık Susam Sokağı'ndan, fotoğraf alt yazısı ise Sex Bomb'dan esinlenerek yazılmıştır.





Loving Hut

Loving Hut Beşiktaş'ta, Beşiktaş hamamının sokağında, hamamın kadınlar kısmına bitişik çok sevimli bir ne lokanta, ne cafe, kendine özgü bir yer. Her zaman güzel müzikler çalar.


Burayı özel kılan sadece veganlara özgü olması. İstanbul'da veganların gidebileceği nadir yerlerden biri. 


Tüm bunları dev bir vegan burger'i mideye indirirken yazmak bana bir Vedat Milor havası vermedi değil. Vegan burgeri* nasıl yiyorsun ey vejetaryen diyenler olabilir, vegan kelimesi hala günlük hayata çok girebilmiş değil. Veganlar et dışında hayvanların ürettiği hiçbir gıdayı vücutlarına sokmuyorlar. Süt, yumurta, peynir yoğurt... hiçbiri. Bense adeta bir peynirkolik olmam ve yoğurt yemezsem ölecek hastalığına kapılmam nedeni ile hiçbir zaman vegan beslenme tarzını seçemeyeceğim. Neyse ki bu çılgın vegan yemeklerinden yememe engel değil.


Berte Milor Loving Hut'tan bildirdi.


*Burgerin içinde ise mercimek filizleri var, her şey bu şekilde cin yöntemlerle yapılıyor. Sahibisi Gizem yemek üzerine eğitim almış biri, her şeyi bilinçli kullanıyor, nefis çorbaları da var.


Durun durun afilli bitireyim, siz bu yazıyı okurken ben mis kokulu kekik çayımı yudumluyor olacağım.



Şükredelim ağlanacak muasır medeniyet seviyemize

Bugünkü Özgür Mumcu yazısı işte tam da başlıktaki sözleri döktürdü ağzımdan. Meğer biz gerçekten ne kadar özgür, demokratik falanmışız, beterin beteri varmış.


Burma ile kıyaslamaya kadar düşen ve Burma'dan daha "iyi" bir duruma şükretmek/hayran kalmak şüphesiz Yuholoji Ana Bilim Dalı'nın araştırma konusu.


İlgili yazı:


"Burma örneğini görünce insan Türkiye'deki hak ve özgürlükler ortamına hayran olmadan edemiyor."


http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1083238&Yazar=OZGUR-MUMCU&CategoryID=98

16 Mart 2012 Cuma

Bulantı

Çok uzun süredir beni bırakmayan bir diğer varoluş biçimim. Bulantı. Üstelik sadece ruhsal da değil artık, aylardır değişen şiddetlerde fizyolojik de seyrediyor. Özellikle son iki ayda çektiğimi bir ben bilirim, bir de midemle ilgili sorunu çözmeye çalışırken saçlarını yolan aile hekimim. 


İşe yaramadı da değil aslında, sayesinde B12'den zehirlendiğimi öğrendim, vejetaryen beslenmemden ötürü yaşadığım hafıza sorunlarını bu vitamine bağlayan herkese de kapak gibi bir tahlil sonucu edindim, bu başka bir yazının konusu.


Bu bulantı o kadar geçmedi ki, en son geçtiğimiz Pazartesi aile hekimi gündelik olaylardan bahsederken bulantımın şiddetlenmesi üzerine psikosomatik olduğuna ve kendimi stresli, bu da eşittir, her gün duyduğumuz haberlere karşı korumam gerektiğine hüküm verdi. Şaka da değil bu. Elbette 7/24 bulantı hissetmenin ciddi bir biyolojik boyutu da var. Aslolan ise maalesef bu. 


Peki hayat kalitemi değil sıfırlayan, sıfırın dahi altına indiren bu illet ile nasıl başa çıkacağım? Günlük haberlerden nasıl kaçabilirim? Merak duygumu kaldıracak mıyım? Kulaklarımı tıkayacak mıyım? Gözlerimi kapayacak mıyım? Hepsini yaptığımı kabul edelim, sezgileri nasıl kapatacağım? Sivas davası düşürüldüğünde yüreğim de mi sızlamayacak? 


Oy Madımak!

14 Mart 2012 Çarşamba

Nilüfer Turizm'deki İnanılmaz Mantık Hatası!

Neredeyse olayın üzerinden 6 gün geçmiş, olay ve yol beni o kadar sarstı ki, o kadar olur yani. Ancak yazabiliyorum.


Bursa'ya sanırım en hızlı giden firma Nilüfer, buna kimsenin lafı yok. Bunu bilmek ise bir firmaya canının istediği gibi davranma hakkını verir mi? Ne demek istiyorum şimdi?


Bu firma geçen perşembe gecesi beni taammüden otogarda bıraktı! Kasıt olmaması mümkün değil, 15 dakika önce biletimi aldım, bavul ve çantamı otobüse bıraktım ve muavine rahatsız olduğumu, tuvalete gitmem gerektiğini, çantamı vs. yerime bıraktığımı söyledim. Gerçi zor nefes alıyor ve ayakta zor duruyordum, ne zamandır peşimi bırakmayan bulantı yine yapacağını yapmıştı.


Beni bırakacaklarını bilseydim diğer yolcuları hiç umursamadan otobüse kusardım. Bundan sonra yapacağım o zaten. Bir de hani üç dakika kusayım sonra yerime geçeyim diyemiyorsun ki, perona vardığımda otobüs yoktu! Saate baktım 4 dakika geçmiş, koşa koşa -o durumda ne kadar koşabilirsem- firmaya gittim, müdüre yönlendirdiler, bu arada kalkış saatini 6 geçiyor.


berte - böyle böyle, özellikle söylememe rağmen beni bırakmışlar... 4 dakika geçmişti...
müdür - 4 dakika çok uzun bir süre (hasta olmasam çıkacak cıngarı düşünemiyorum bile, ulan ben yeri geldiğinde 7 8 dakika sonra kalktığını bilirim Nilüfer otobüslerinin!)
berte - eşyalarım, her şeyim, ilaçlarım araçta, araca yetiştirebilir misiniz?
müdür - yok o zaten mümkün değil (lan 6 dakikada ne kadar uzağa gidebilir ki?)
berte - nasıl ya_ bilgisayarım ilaçlarım hepsi otobüste, ilaçlarımı almam lazım!
müdür - merak etmeyin ilaçlarınıza sağ salim kavuşacaksınız (burada alenen taşak geçtiğini düşündüm) 
berte - yahu o ilaçlar bana şu anda lazım! şu anda o ilaçları almam lazım!
müdür - siz bana otobüste neleriniz olduğunu söyleyin, hepsi eksiksiz iletilecek...
berte - yahu şu an lazım bana diyorum, bir şekil yetişemez miyim? (neyse ki cüzdan ve telefon üzerimde)
müdür - onu zaten unutun, sizi bir sonraki araç 28 numara ile göndereceğim.
berte - (6 dakika için 54 dakika mı bekleyeceğim???!!!) nasıl ya?
müdür - yapabileceğim başka bir şey yok, eşyalarınızı ineceğiniz yere bıraktıracağım merak etmeyin
berte - bilet milet bi bişi vermeyecek misiniz?
müdür - yok onu veremem, sizi bir sonraki araçla göndereceğim, siz de bu arada dışarı çıkın hava falan alın...
berte - dışarıda herkes sigara içiyor, alerjim var daha köü tıkanıyorum....
müdür - o da doğru....


Neyse ne zorlayacak ne de cıngar çıkaracak halim var, tüm gün yorgunluktan ölmüşüm, bir gün önce gelmişim, ertesi gün de girmem gereken ve tüm gün süren bir sınav var. Küfrede küfrede beklerken bir posta daha fenalaştım ama bunda yine bırakır beni otobüs diyerek apar topar kusarsam da otobüste kusarım diyerek yerime geçtim. Dedikleri gibi iner inmez her şeyime kavuştum, paylaştığım insanlar 'neyse ki onu yapmışlar,' dediler. Bu zaten yapılması gerekendi. 


Sonuç olarak hasta halimle bir saat daha fazla beklemek pek çok şeye maloldu, kurduğum saate uyanamadım ama arkadaşım bir saat sonrasında aradığında duydum ki az çaldırmıştı sınavdayımdır diye. İki yastıklı gerçek yerim bensiz uzaklaşırken, emanet seferin muavini terminalde yastık kalmadığı için yastık veremeyeceğini söylediğinde bir kez daha içten içe sinirlendim. 


Hastaydım, çok halsizdim, çok yorgundum, her şey içimde kaldı. Şu satırları bile ancak yazabiliyorum. Bir dahakine midem bulanırsa otobüse, ishal veya sistit olursam otobüse, her ne arıza veya cerahat çıkarsa otobüse... istedikleri bu mu gerçekten çok merak ediyorum... verdikleri petrol kokusundan yaklaşılamayacak kusma poşetleri de cabası, kusacakken kusamıyorsun. 


Bir resmen taammüden yolcu bırakma hikayesi okudunuz. Şimdi yarın tekrar gitmem gerekiyor ama ayaklarım o kadar geri dönüyor ki. Haksız mıyım?

2 Mart 2012 Cuma

tamekse koy sepete

Tüm dönemlerin en iyi reklamlarından birisi de şüphesiz ki Tamek reklamı. Hangimizin markette bir Tamek ürünü gördüğümüzde aklına ya da subliminal subliminal bilinçaltında bir yerlere bu slogan gelmiyor ki? 


Tamekse koy sepete, bugn az kalsın bu slogan eşliğinde Tamek'in reçellerine girişiyordum, ta ki içeriklerinde glikoz şurubu görene kadar. Üzdün beni Tamek ve birazdan hiç kimse gelmeyecek. 


Tamek'ten daha iyi bir performans bekliyorum, yoksa koymam sepete.

nat nat nat çokonat!



Çocukluğumun en sevdiğim gofretlerindendi Çokonat. Hatta hala en sevdiğim. Bugün markette en iyi reklamlara sahip ürünler aklıma geldi, biri Tamek, diğeri de Çokonat. Kuşkusuz yıllar boyu beyinlere kazınması ile en güçlü reklama sahip çikolata/gofret türü Çokonat. Üstelik bu işin pazarını ülkeye sağlayan Ülker'in ürünü olmasına rağmen içinde glikoz şurubu yok. 


İçinde glikoz şurubu olmaması benim için bir artı, çünkü sağlığım için artık içinde glikoz şurubu olan ürünleri almıyorum ve yemiyorum. En başta midem isyan ediyor zaten. Bir ürünün içinde glikoz şurubu olup olmadığını test etmek için beni kullanabilirsiniz, o derece. 


Peki bu hem ucuz, hem doğal şekerden, hem nefis gofreti görünce ne yapıyoruz? Ben söyleyeyim, deliye dönüyoruz. Bu akşam coşup aldığım iki adet 5'li paketi de bitirdikten iki saat sonra midem ağzımın payını verdi. Kendimden utandım, çocuk da değilim ama söz konusu olan Çokonat :/


Çokonat! You drive me nuts!  


(para istemez, copyright mopyright bana ait)