13 Aralık 2013 Cuma

ben onun annesiyim yavrum

Bugün artık iki anne daha bu cümleyi söyleyemeyecek, biri Beşiktaşlı futbolcu Tolga Zengin'in, diğeri ise Gezi şehitlerinden Mehmet Ayvalıtaş'ın annesi. Biri hayatta, biri değil. Biri devlet eli ile öldürüldü, diğerinin umarım uzun ömürleri olur. İki ailenin ve yakınlarının başı sağ olsun. İnsanın kalbi dayanmıyor, Mehmet Ayvalıtaş'ın annesinin de kalbi oğlunun gencecik yaşında öldürülmesine daha fazla dayanamamış, kendisini kalp krizinden kaybettik.

Başlıktaki cümle ise başka bir acılı annenin ağzından dökülüyordu birkaç yıl önce, şimdi acısı 33 yıllık olmuş oğlu hala 17 yaşında olan birinin dudaklarından:

"buraya yazmaya elim gitmemiş demek ki, kim bilir nereye yazdım? ya da yazabildim mi?

birkaç sene önce oluyor bu olay, erdal eren'in idamının yıl dönümünde bir grup bildiri dağıtıyor. bir genç kız bir kadını durduruyor, teyze erdal eren'i biliyor musunuz minvalinde şeyler söylüyor. kadın kızın yüzüne bakıyor, kim bilir nasıl bakıyor... "ben onun annesiyim yavrum," diyor. her aklıma geldiğinde ilk duyduğum andaki gibi tüylerim diken diken oluyor, düşünsenize bir kadın size tarihin kendisi olmuş cevap veriyor, sesi yürekleri eziyor geçiyor yankılanıyor... ben onun annesiyim... böyle bir acı olabilir mi? ben onun annesiyim... 

sonra ne olmuş diye merak edenler var mıdır bilemiyorum ama ben sormadım, aklıma bile gelmedi, kız donup kalmıştır herhalde, ben onun annesiyim... bu cümle insanın içini o kadar burkabilir mi?

ben onun annesiyim yavrum, ben onun annesiyim...



13.12.2010 00:59"

8 Aralık 2013 Pazar

seks üzerine eski bir yazı

Vaktiyle, yani develer tellal, pireler berberken sözlükte "Kadınların sevişme travması" diye bir başlık açmıştı sevdiğimiz bir erkek arkadaşımız ve birimizin "öff yine mi travma demiş o," serzenişi üzerine sevişme ve kadınlar üzerine ufkunu açmaya çalışmıştık, o günkü karalama:

toplum, tabu, ahlak, namus gibi sikindirik mevzulara girmeden yapılmış bir deneyi hatırlattı bana. kadınların cinsellik konusundaki çekincesi sadece bunlara dayanmaz hem. kadın fiziki olarak yani kas gücü olarak erkekten genelde daha güçsüz olduğu için karşısındakine güvenmek ister. kimse kendisini sokakta bulmuyor sonuçta. diyelim ki bir güven problemi yok. kadını seks için tetikleyen etkenler ile erkeğinkiler farklıdır. bir erkeğe hayır diyen kadının mutlaka bir travma yaşaması gerekmiyor yani.
yapılan deneye gelince, şimdi the anarchitect anlatmıştı, kaynak için ona başvuracağız. dolayısı ile kim yaptı tam olarak bilmiyorum. 

farklı kültürlerden on erkek seçiliyor. mümkün oldukça çeşitlilik önemli. 
seçilen bir kadın bu on erkeğin yanına direkt gidip "sevişelim mi?" diyor, erkeklerin 10'da 9'u kabul ediyor.
farklı kültürlerden on kadın seçiliyor. seçilen bir erkek bu on kadının yanına direkt gidip "sevişelim mi?" diyor. kadınların 10'undan 9'u reddediyor. sadece biri kabul ediyor.

bir diğer deney, kadınlar ve erkelerden bir bara girmeleri isteniyor. rahat olun deniyor. 
bir erkek bir ortama girdiğinde ilk baktığı kısım insanların göğüs hizası, eğer göğüsleri beğenirse yüze bakıyor. garson kız geliyor, kızın önce göğüslerine bakıyor, 
sipariş sırasında yarım yamalak yüzüne bakıp döndüğünde ise poposunu inceliyor. bir erkek aynı zamanda on kişiyi kesebiliyor.
bir kadın bir ortama girdiğinde ilk baktığı kısım insanların yüzleri. kadının eşcinsel olup olmadığını bilmiyorum, olsa da durumun pek değişeceğini sanmıyorum. garson kız kısmında kızın direkt yüzüne bakarak sipariş veriyor. neyse sonra yüzleri incelemeye devam ediyor. ve bir kişinin yüzünü beğenirse tamamını incelemeye başlıyor. bir kadın aynı zamanda tek bir kişiyi kesiyor ama elin üzerindeki tüye kadar inceliyor.

ota boka travma derseniz, mevzunun özü kaçabilir.

duch von souch editi: bbc'nin insan içgüdüsü belgeseli imiş bu. danke!

1 Aralık 2013 Pazar

Dikkat bu bir taciz yazısıdır

Aslında çok oradan buradan bir yazı olacak. Son dönem dikkatimi çeken iki habere yapılmış benim için üzücü, hayattan soğutucu, batsın bu dünya dedirtici yorumlar ve bu yorumların çağrıştırdığı onlarca benzer vakadan bazıları üzerine naçizane bir şeyler karalayacağım çünkü içim daralıyor. Yapılan özgürlük tanımları ve içi boşlukları nick'ini özgürlükten alan bana saatlerce buz gibi havada koşma isteği uyandırıyor.

Önce taciz bir nedir veya bir ne değildir ile mi başlasam ve eski bir video olmasına rağmen üzerine iki gün önce yazılıp çizilen hostes Merve olayından mı bahsetsem? Yapılan yorumlardaki sığlık ve bayağılık mide kaldırır cinsten değil. İşi dolayısı ile iğrenç bir güruhla muhatap olmak zorunda kalmış hostesin yine işi dolayısı ile durumu kurtarma çabası bile "ay o rahatsız değil ki, neresi taciz? güzel demek taciz mi? benim hoşuma giderdi :(" gibi saçmalıklarla aklanmaya çalışılmış. Çok özür diliyorum çok sevdiğim Çarşı bile dese, o şekilde ayı gibi böğüren adamların "servisimi çok beğenmesi" ve "beni çok güzel bulması" benim hoşuma gitmezdi. Direnişte bile yanımda ne zaman klasik "Koyduk mu?" zırvasına başlasalar yerimi yurdumu sorgularken buldum kendimi, mevzu ne zaman faşizme karşı omuz omuza sloganından koyduk mu'ya gelmişti? (slogan diyemedim) Benim orada ne bok işim vardı? Nice yiğitler, nice bilmemnere mezunları, nice sizce hangi özellik onları harika birer insan düzeyine taşıyacaksa ona sahip kişiler "Koyduk mu?" yankıları ile kara delikte sonsuz bataklığa çekildiler.


Hostes Merve olayında kıza söylenmiyor orada diye savunanlar olmuş, onlara istinaden yazdım bunu. Evet, orada kıza denmiyor ve hatta bazılarına göre nasıl mümkün oluyorsa "kızın lehine" deniyor. O zaman niye rahatsız oluyoruz ki? Size çok açık bir şekilde söylemek isterim ki ÖYLE BİR LEH YOK. Tam da direnişte koyarak yok edilecek bir faşizmin mümkün olmadığı gibi. Hostes Merve üzerine en hemfikir olduğum yazıyı çok sevgili Polly Jean yazmış:

"kalabalıkla gelen "özgüven" patlaması bu işte...

rezalet, başka hiçbir şey değil! bunun taciz olmadığını söyleyenler tacizin ne olduğunu, işini kaybetme korkusuyla boyun eğmenin "rıza" olmadığını bir kere daha düşünsünler. bu video hayatımda gördüğüm en denyoca şeylerden biri ve eğer buna "eheheh eğlenmiş çocuklar" vay efendim "bunu kaldıramayan kız da kezbandır" filan diyorsanız sike sürülecek aklınız yok demektir.

iltifat etmenin kendisi bile rahatsız edici olabilir (kaldı ki burdakinin iltifatla uzaktaaan yakındaaan alakası yok) hele ki, sonuna "koyduk mu" gibi iğrenç kelimeler getirilmiş bir şey iltifat filan da olamaz, "iltifat da mı edemeyecez" diye böğürmenize hiiiç gerek yok o yüzden! bu mantıkla "bacakların süt gibi" dediğin kadına da "iltifat" ediyor olman lazım, aklınız sıra durumu toparlamak için "yaaa iltifat o yaa" gibi kendinizin bile inanmayacağı şeyleri söylemeyin.

işini yapmaya çalışan birine böyle dallamalık yapmakla, nasıl olsa sesini çıkartamaz diye bir mağaza çalışanını herkesin ortasında azarlamak arasında hiçbir fark yok. anca kendiniz gibi birçok dallamayla bir araya gelince böyle şeyler yapabiliyorsa biri, zaten kişiliğindeki özgüven eksikliği yeterince gösteriyordur. eğer bu dallamalıklar sizi "ay çok piç çocuk, çok fırlama yeaaa" mertebesine taşıyacak zannediyorsanız, şimdiye kadar olduğu gibi avucunuzu yalamaya devam edebilirsiniz."

Kaynak: https://eksisozluk.com/entry/38583904

Taciz olduğu çok açık olan bir durumda bile tacizin ne olduğu tartışılmış, tartışmalardan gördüğüm şu ki çoğunluk için tacizin taciz olması için fiili olması ve bariz cinsellik içermesi gerekiyor. Götümüz aleni bir şekilde ellenmezse tacize uğramış olmuyoruz, üzgünüm insanlık :(

Bu örnekten yola çıkarak bu çoğunluk, içindeyseniz siz de, taciz üzerine azıcık da olsa düşünse/niz ne de güzel olur.

Bu örneğe bağlamak istediğim bir deneyimim var. Benimki sanal ortamda olduğundan elbette daha farklı dinamikleri var ve beni taciz eden kişi ekmeğimi çıkarmak zorunda olduğum müşteri değil. Hikayemin internet üzerinden (Ekşi Sözlük) gerçekleşen ve epey tartışılmış bir taciz hikayesi ile benzerlikleri var. Özetle Ekşi Sözlük'te yine hiç bayılmadığım bir kadın yazar hiç tanımadığım bir erkek yazar tarafından taciz edilmişti, bu yanının bir sonraki vaka ile bu açıdan benzerliği var. Benzerliğin paydası taraflı olmamak. Çoğu kişiye göre açık saçık şeyler yazan, penisi en ince detayına kadar tarif eden bu kadının kendisine "değerlendirmesi için" penis fotoğrafı gönderildiğinde ehuehumehue hah hayt! diyerek üzerine de eyvallah çekip kendisinden bekleneni yapması gerekiyordu ama o öyle yapmadı. Taciz edildiğini beyan etti, bunun üzerine sayfalarca kendisi üzerinden tartışmalar döndü. Böyle şeyler yazan birine sik fotoğrafı göndermenin taciz olmadığı konuşuldu, sonra sik fotoğrafı göndermenin taciz olmadığı konuşuldu. Hepimiz anladık ki sik fotoğrafı göndermek hiç de taciz içeren bir eylem değildi, hiç rahatsızlık duymadan akrabalarımıza bayramlarda göndereceğimiz kartlar bile sik fotoğraflarımızdan oluşabilirdi. Hele bu hoşlandığımız bir hanımsa ve utanmadan cinsellik üzerine falan yazıyorsa üzerine aşk mektubu bile yazabilirdik. 

SİK KAFALILAR!

Tacize uğrayan kadın yazar daha önce feminizm hakkında atıp tutup başına bu olay gelince atıp tuttuğu entry'leri silip kenardan belki de bıyık altından gülerek "hadi feminizler beni savunun şimdi" diyecek kadar iğrenç biri olmasına rağmen değişmeyen ve feminizlerin, daha doğrusu akli melekeleri yerinde olan her insanın apaçık gördüğü bir şey vardı: Bu kadın tacize uğramıştı ve insanlar bu kadını önemsediğinden/bayıldığından vs. değil, belki kendi bile bu kadar haklı olduğunun farkında olmasa da, haklı olduğu için savunmuşlardı. Yapılan yorumlar, eleştiriler kişi bazında değildi ve yine elbette kişi bazında alıp internette ne sikime yaracağını şahsen anlamadığım şan ve şöhretlerini arşa değdirmek isteyen ortalık bulandırıcıları oldu. Düşünmeye erinen çoğunluk da bunların peşinden gitti ve hatta bunları yüceltti, şakır şukur sesler geldi o mecralardan ve alkışlandılar, alkışlayanların arasında yani içlerinde arkadaşlarım da vardı. 

Bunların olduğu dönem çok benzer bir olay Second Life adındaki çoğuna göre oyun bana göre ekmeğimi kazanmaya çalışma simülasyonu içinde benim de başıma gelmişti. Oyunda bir gece kulübü inşa ediyordum ve yerde yapmaya kalktığım zaman gelen giden sürekli böldüğünden gökte platform yapıp orada çalışıyordum. Bir gün platforma gitmeye çalışırken gökte bir dükkan gördüm, manyak mı buraya koymuş derken erotik ve pornografik gif'ler satan bir dükkan olduğunu gördüm. Bazı ürünler teşhirsiz satılıyordu ve şanssızlığıma dükkanın sahibi de oradaydı. Laf attı ve konuşmaya başladık, o kadar yüksekte ne aradığımı öğrendi, yani o sikimsonik gif'ler için orada değildim ki olabilirdim de, matrix'te bir kayma olmuştu ve platformum kaybolmuştu. Yaptığı iş de umurumda olmadı, bana ne sonuçta, üzerine olumlu veya olumsuz bir yorum da yapmadım, o ana kadar not a single fuck was given'dı benim için ve fakat tüm bunlar beni herifin mastürbasyon yaparkenki fotoğrafını bana göndermesine engel olmadı ve tahmin edersiniz ki selametle deyip platformumu bulmaya devam edecekken en çok görmek istediğim şey porno gif'leri satan bir herifin siki ile sıkı fıkı olduğu çıplak fotoğrafını görmekti, zaten havada asılı olduğum için havalara uçamadım. Noluyo lan diye adama giriştiğimde ise naber nasılsın ha bu işi mi yapıyorsun eyvallah'tan oluşan kısıtlı muhabbetimizin "oraya" gittiğini dehşet içinde öğrendim. Lokasyon fizanda da olsa, erkek Avrupa'da, Amerika'da da olsa kafa aynı, karlı dağları yeşil ovaları olan yurduma özgü değil bu durum, belki bizde biraz fazla, o kadar. Meçhul Muhayyil onlayn mı?

Sonrasında ne mi oldu? Ben oyuna adamı beni taciz ettiği için şikayet ettim, oyun hiç tahmin etmeyeceğim kadar çabuk ilgilenip uyarı göndermiş ki adam ertesi gün bana küfürler salladı, dükkanına girip bakamayayım diye arazisinden banladı. Banlama olayından sonra teşhir edilmeyen gif'ler arasında çocuk pornosu olduğuna dair şüphelerim iyice kabardı, zaten dükkanı o nedenle normal süreden biraz fazla incelemeye başlamıştım. Rahatsız eden bir şey vardı, ikinciye bu konuda incelenmesi için şikayette bulundum. O bölgede işimi bitirdim ve sonra ne halt etti önemsemedim. Hala daha kaç yıl önce olmuş bu olayın her detayı aklımda ve fotoğraf tüm netliği ile gözlerimin önünde midemi bulandırmaya devam ediyor. 

Mevzuyu o dönem o klüpte çalışan bir eskorta söylediğimde kendisinin her gün onlarca benzer fotoğraf aldığını söyledi (eskort da Türk değil, kezban diyecekseniz uluslararası boyuta taşımanız gerekecek kezban tanımınızı), ben beni taciz eden herife ('adam olmayana herif denir' der bir hukuk profesörü Galatasaray Üniversitesi'nden, copyright mopyright aga) bana gönderdiği fotoğrafı yayınlayacağımı/teşhir edeceğimi söylediğimde köpürmüştü, bana isteğim dahilinde gönderilmeyen ve beni taciz eden bir fotoğrafı gayet de unwanted cockshots adı altında sergileyebileceğimi söylemiştim, beni taciz etmekte beis görmeyen bu denyo kişi buna "hakkım olmadığına" dair ağzından köpükler saçtıkça saçtı, tehditler savurdu. Kendisinin de bana o fotoğrafı gönderme hakkına sahip olmadığını bir türlü anlamadı. Durum eskort arkadaş açısından daha vahimdi(sergi olayına çok güldü ve sonrasında kullandığını söyledi, aldığı tepkiler benzer), hostes Merve örneğine benzer olarak erkekler ona çok afedersiniz yarrak fotoğrafı göndererek iltifat ettiklerini bile söylüyorlarmış, onu güzel bulmasalar göndermezlermiş and so on and so on... Sorunu daha net gördünüz mü? Mesleği fahişelik olan bir kadın "dahi" sizin kalkmış sikinizi görmek ZORUNDA DEĞİL. 

İnternet icat olduğundan beri günlük hayatımızdaki taciz form değiştirerek buraya da taşınmış durumda, çoğu tacizin cinsel gibi göründüğünden rahatsızlık verdiği düşünülse de mevzu bu değil. Taciz zaten rahatsızlık verici bir durum, cinsel olmaması onu daha sevimli ve kabul edilebilir hale getirmiyor, hostes Merve örneği bunlardan biri. Kaç hostesin deplasman maç vs uçaklarında görev almamak için dilekçe verdiğini biliyor musunuz? Çünkü bu kişinin mesleki alanına saldırı. Bir benzer vaka kişisel alana saldırı olduğunda da taciz  oluyor. Ülkemizde kişisel alan eşittir dev bir boş küme olduğundan daha gidilecek çok yol var görüyoruz ki. Öte yandan yine görüyoruz ki cinsel olmayan bir taciz tanımı kafalarda bir türlü oturamadığından anlamayanların kafasına kürekle vurarak anlatmak gayet meşru bir eylem. Allahaşkına kafaya kürekle vurmanın neresi taciz ya? :(

Hepimizin bildiği, çok yakın bir süre zarfında sonuca varmış bir internet üzerinden taciz davası var. Taraflardan bir tanesi zerre umrumda olmayan bir pabucumun rock star'ı, diğeri ise twitter fenomeni ay yazık daha okuyo o ya :(( bir çocuk. Bu şekilde ifade ettim çünkü mağdur savunmaları yapılmış koca rock star egosu için okuyan çocuğa saldırdı diye. Kimse "okuyan çocuk" tarafının kusurlu olabileceğini düşünmüyor. Yani sizin koşullarınız sizi kabahatli olduğunuz durumdan kurtarmıyor. Olaylar özetle Twitter'da geçiyor. 

Aylin Aslım abazanlı bir laf ediyor, bir grup da eğlenmek için Aylin Aslım'ın abazanlardan özür dilemesi gerektiğini ileri sürüp komiklikli şakalı bir hashtag açıyorlar. Olayın o kadar boku çıkıyor ki mevzunun ne olduğunu bilmeden fırsat bu fırsat kadına saldıran bir cühela ordusu hashtag'e bağlı olarak attığı tweet'lerde kendisini iyice kaybediyor. Daha sıkıntılı olan bu zaten cahil olan güruh değil, kadının yaşama sevincini elinden alacağız gibi bir tweet'in sahibi suçlu bulunduktan sonra bile ben yanlış bir şey yapmadım diyebiliyor. Uzun ve mağrur açıklamalar yapıyor ve gerek olay esnasında gerekse sonrasında taraftar topluyor. Beni esas endişelendiren de bu, başka bir deyişle olayın kişilerle bağlantılı çarpıtılması ve yanlış olanın yüceltilmesi. 

Başıma Twitter'da asla benzeri olamayacak çok küçük bir saçmalık gelmişti. Caps'leri bir yerlerde duruyor.
En zavallıca bulduğum saldırılar da hani özgürlükçüydü? saldırıları. Özgürlük mü dedin? Kahrolsun serbest çağrışım!

Sözlükte tanınan, sevilen bir geri zekalı bana twitter üzerinden yazdığı bir şeye yaptığım yorum sonrası orospu veya fahişe demişti, hangisini dediğini bence kendisi de bilmiyor, durum onun açısından o derece vahim. Attığı tweet kadınların cinsel özgürlük ile orospuluğu karıştırıyor olması gibi akıllara zarar bir "tespit" tweet'iydi, ben de para alıyorsa orospudur diyerek olaya açıklık getirdim (dev açıklama). Böyle tespitlerden de, bunları yapanları matah bir şey yapmışlar gibi göklere çıkaranlardan da midem bulanıyor. Karşılığında benim gibi olanların fahişe, benim gibi olmak için para alanların da orospu olduğu (ya da tersi çünkü kendisi de ne dediğini bilmiyor) gibi bir tweet geldi bu şahıstan ve kendisini dava edeceğimi öğrenince tutuştu. Bana sözlük üzerinden kadın olduğumu bilmediği gibi özrü kabahatinden beter bir mesaj attı(erkek olsam sorun yok yani?), özürler mözürler bir yandan güya özrün altında başka şey (N'olur bokunu yiyim beni dava etme babam ağzıma çıkar akademik kariyerim söner) aramamam gerektiğini söylemeler...

Bu kişiye ben de, 'Bu ne yazmış ya senin hakkında? mal!' diyen arkadaşlarım da götümüzle güldük. Yani bana yazdığından rencide olmadım, üzerime alınmadım, götümle güldüm hatta ki gülünmeyecek gibi değildi, yine de bu bir taciz olduğunu değiştirmiyordu, ve bunun için de suç duyurusunda bulunacaktım. Benden yaşça epey büyük ve kadın olan avukatlarımdan biri ise rencide olduğumdan şikayette bulunacağımı sandı. Derdimi anlatamadım. Sonra özründen bağımsız olarak uğraşmadım ama bir şeyden suç duyurusunda bulunacak olsam İtalya'da bir üniversitede doktora yapıp asistan olarak çalıştığı halde bu kadar geri zekalı olduğu ve böyle mal değneği gibi tespitler yaptığı için olurdu bu. Gülüp geçtiğim bir mevzu olarak kaldı ama o dönem ortak arkadaşlarımızın tavrı bana dert oldu: 'Aslında o öyle birisi değil ama niye böyle yapmış alla alla beni bulaştırma, tamam mı?' 

Ben bu durumdan rencide olmuş da olabilirdim, belki oturup ağlayabilirdim de, kimse neyin üzerine ne hissedeceğime dair bir talimat veremeyeceğine göre? Hukuki olarak hakkım varsa bunu kullanabilirim ve bu beni sadece insan yapar, canı isteyen canı istediği gibi kimseye sallayamaz. Sallarsa da karşısına olması gereken adalet çıktığında sanki mağdurmuş gibi davranmaz. Şimdi basit ve üzerimden gelişen kişisel örneğimizde bu kişiye tacizden hüküm verilse (ki beş ay yatılmıyor, tekrarlarsa birleşip yatıyor vs. ) ve ben yanlış bir şey yapmadım, sadece tespitte bulunuyordum dese ne derdiniz? 

Esas olaya dönelim. Bakın şuraya şu linkten (şu link => https://eksisozluk.com/entry/28138862) kopyalayarak ekleyeyim:



https://twitter.com/AylinAsLIM/status/190479040916881410/photo/1

Çok özür dilerim arkadaşım ama sen sikinin keyfine göre istediğine istediğin gibi sallayamazsın, kimse senin mizah anlayışını anlamak, çekmek veya bu mizah anlayışına maruz kalmak ZORUNDA DEĞİL. Jargonu anlamayan veya o anda kaldıramayan senin arkadaşın da olabilir, buna halk dilinde kişisel alan ihlali deniyor. Birisinin yaşama sevincini elinden almak gibi şeyler yazmak senin için eğlence olabilir ama genelgeçer olarak bu dev bir tacizdir. Tacizi anlamaya başlıyor muyuz?


Elbette bunu okuyan çoğu insan yazan kişinin mal değneği gibi kadının kafasına konserde orak fırlatmayacağını çok iyi biliyor, yine de bu ülkede internet üzerinden de olsa verilen gazla bunun asla yapılmayacağını söylemek için safdil olmak gerekir. Sanmıyorum ki bunu yazan kişi yol açabileceklerini düşünemeyecek biri olsun, ama eğleniyorlardı efendim!



Aleni bir şekilde "karı" hitabeti ile hedef göster sonra ağlama ama, hukuk dilinde buna aleni hedef gösterme deniyor. Benim anlamadığım hepsine dava açılmış, yani yazılan o, niye Cihat Akbel'e patlamış... Kaldı ki kendisinin müritleri, o kadar körü körüne savunmak için mürit olmak gerekir, öyle bir ağladılar ki önce kime niye ağlıyorlar anlamayıp hallerine ciddi üzüldüm. Bizi niye almadılar yea :'((((

Hele şuna ne demeli bilemiyorum, komik mi bu sizce? Otele sokup yakalım ehuehahah şaka yapıyos biz ya! GEBER!




https://twitter.com/AylinAsLIM/status/190478121202491393/photo/1


Gerçekten bu yazılana ayrı bilendim, Madımak Oteli yangınında ailesinin bir ferdini, bir yakınını kaybetmiş birisi okuyunca ne hissetti tahayyül bile edemiyorum. Belki ki bu insanların ne hissedeceği zerre umrumuzda değil, biz keyfimize baqıyos hacı yeaa! 

Umarım bu sonuncuyu ölenlerin yakınları görmemiştir. Gerçekten rezalet. 

Twitter'da öyle bir savunuldu ki bu olay, rumuz değiştirmeler vs zannedersin Cihat Akbel nick'ini kullanan kişi dev bir özgürlük savunucusuydu da o nedenle kendisine dava açıldı, haksız yere hüküm giydi. Ekşi Sözlük mevzusunda olduğu gibi kadının kim olduğundan bağımsız olarak kadın haklı beyler, boşuna kadının aslında ne kadar karaktersiz ve iğrenç biri olduğunu yazıp gözyaşı döktünüz. Davanın göbeğinde tehdit var, kişisel alan ihlali anlamına gelen taciz var. Gerçi oğlan çocuklarının ortaokulda yaptığı kızları sinirden ağlatma isteğini de eğlence dahilinde görüyoruz, yine de mevzunun özü cinsiyet değilken bu olayda feminizmi karıştırmıyoruz diye bir tweet gördüm aklına güvendiğim birinden, sanırım Aylin Aslım'a olan nefreti aklını uçurmuş ki burada feminizmi direkt ilgilendiren ve cinsel olan bir saldırı yok, hatta varsa bu Aylin Aslım'ın tarafında diyebiliriz abazan lafını kullandığı için. Bir de sonradan öğrendiğim kadarıyla olaylar şöyle gelişmiş:

https://eksisozluk.com/entry/28140855

Savunmaların alayı neredeyse şu şekilde:

https://eksisozluk.com/entry/28141827

Konu ile ilgili en örtüştüğüm yorum petersachs'tan gelmiş, kısmen alıntılıyorum: 

"troll'lük yaparken kadın cinayetlerine arka çıkmak başlığında tartışılırken, söz konusu başlıkta geçen iddianın geçersiz olduğunu savunan güruhun dayanağı, troll denilen kişinin zaten ''kurgu'' ve ''gerçek dışı'' olduğu ön kabulüydü. yine anlaşılıyor ki burada da aynı iddia esas dayanağı oluşturuyor. bu konuda bir ayrımı bir kez daha yapmak gerektiği kanaatindeyim, ''kurgu'' bir bireyin sözleri bir gerçek dışılık ihtiva ediyor ve dolayısıyla bir anlam taşımadığı iddia ediliyor olsa bile, bu söz konusu kurgu sözlerin temelindeki söylemin yeniden üretildiği gerçeğini değiştirmez. troll'ün yokluğu, eylem alanının ya da eylem kabiliyetinin olmaması söylemini de yok etmez. o söylem vardır. dile getirildiyse, pekala - içeriği ne olursa olsun - üretilmiştir. eğer bir troll, o gerçek olmayan varoluşuyla bir ikincilleştirmeyi ya da tahakküm söylemini yeniden üretmeyi sağlayacak bir sözü dile getirdiyse, öyle veya böyle bir şekilde o söylemin üretimine küçücük de olsa katkıda bulunmuş ve belki de eylemin üretilebilmesine olanak sağlamış demektir. iyice anlaşılsın diye örneklendirmiş olayım; dizilerde, filmlerde ya da kamusal alanda tecavüz esprisinin yapılmasını kınayan feministler, sizin anti-feminist hissiyatınızla zannettiğiniz ve iddia ettiğiniz gibi huysuzluklarından veya sevişemiyor olmalarından o tepkiyi göstermiyorlar, işte tam olarak da söylemin yeniden üretilmesine katkıda bulunduğu için tepki gösteriyorlar. mesela o yüzden kadın cinayetlerine arka çıkan troll'e dair kelam edilmiş. ve o yüzden bu 'gerçek dışılık' iddiası bir mana taşımıyor. 

meseledeki tek sıkıntı bu değil tabii. kimse ''gerçek dışı'' ve ''kurgu'' olduğunu bildiği kişisel bir tacize, toplu bir linç hareketine ya da tehditlere dayanmak, sabretmek ya da bunları kabullenmek zorunda değildir. siz bunu yaparken eğleniyor, karşınızdakinin bunu hakettiğine hükmediyor ya da - başka bir başlıkta- olayın tarafı ve büyümesine sebep olan sözlük yazarlarından birinin söylediği gibi 'sahte' duruş sahibi birine dersini vererek ve ona gerçek değerini göstererek doğruyu tüm çıplaklığıyla ortaya çıkardığınızı düşünüyor olabilirsiniz, ne var ki söz konusu tacize uğrayan kişi burada nesne değil, öznedir. yalnızca bu sebep nedeniyle, sizin sözlerinizin gerçek dışılığını bile bile bundan rahatsız olabilir, buna tepki gösterebilir, bunu kesmenizi isteyebilir ve bunu önlemek için her türlü meşru eylemi gerçekleştirebilir. üstelik bu durumda söz konusu kişinin mizahi anlayışı, sabrı, müziği, ağzı, yüzü, saçı, kaşı, gözü, karakteri ve önceki örneklerin aynı tacize verdikleri tepki de belirleyici değildir. aylin aslım'ın size sabredeceğine dair bir söz verdiğini hiç sanmıyorum. böyle bir hakkı var, gayet bu tacizlerinizi rahatsız edici ve saldırgan bulabilir. bu kör, karşısındakinin varlığını ve alanını neredeyse görmeyen beklentiye ek olarak, epey miktarda insan tarafından istihza ile birlikte dillendirilen bir başka beklenti de aylin aslım'ın bu olayı bir mizah olarak yorumlamasının gerekliliği. bu tür bir mizahın kaliteli olduğu iddiasını herhangi bir şekilde kabul edilebilir bulmuyorum ya, diyelim ki öyle, mizahınız çok kaliteli ve bu kalitesi herkes tarafından artık neredeyse bir gerçek olarak kabul ediliyor. böyle bir durumda dahi, aylin aslım sizin kadar derin bir mizah anlayışına sahip olmak zorunda değil. size böyle bir sözü olduğunu ya da sizin bunu böyle kabullenmenizi sağlayacak bir işaret verdiğini sanmıyorum. aylin aslım sizin mizah anlayışınızı değerli bulmayabilir ya da sizin kadar derin bir mizah anlayışına sahip olmayabilir. taciz ve tehdit ederek mizah yapıyorken bunu da gözönüne almanız gerekir. 

karşıdakinin varlığını neredeyse tamamen yok sayan, onun eylemlerinin ve hissiyatının nasıl olması ve nasıl şekillenmesi gerektiğine karar verme haddini kendinde bulan ve bunun üzerinde bir hak gaspı yapmayı sıradanlaştıran eylemin sahiplerinin çıkıp özgürlük gaspından bahsediyor olması, epey şuursuz bir güruhun varlığını haber veriyor gibi gözüküyor. 

hadi şu saydığım ve yazdığım her şeyi geçtim, kimse bir troll'ün veya bir grup troll'ün gerçek kimliğini veya düşüncesini bilmek ve takip etmek zorunda değil. kişisel olarak hiç hazzetmediğim ece temelkuran sizin aslında gerçekte nasıl insanlar olduğunuzu bilmek zorunda değil. değil, bu kadar. sizin tehdit ve tacizlerinizin arkadaşına yönelik olduğunu ve gerçek olduğunu düşünebilir. yani ''fbi, cia, bilmemney'' diye pek de zekice olmayan komiklikleriniz içinizi rahatlatıyor olabilir ama söyledikleriniz bayağı bildiğin tehdit niteliği taşıyor. "

Tamamı şurada: 
https://eksisozluk.com/entry/28143738


13 Kasım 2013 Çarşamba

Bir derdini anlatamama hikayesi: kitap fuarı ve hayvan hakları

Fuar başlamadan hemen önce twitter'da şöyle bir hashtag görmüştüm:



Yorgun bitkin bir halde hashtag'in ne anlatmaya çalıştığını anlamak için ciddi çaba gösterdim. Hashtag'e tıkladığımda hep aynı ağızla, aynı elden çıkmış gibi yazılmış ve aslında doğru dürüst hiçbir bilgi vermeyen tweet'ler uçuşuyordu. Müthiş hayal gücümle bu hashtag'e ne sebep olmuş diye düşünüyordum ama düşündüklerimin hepsi birbirinden saçma geliyordu. En mantıklısı demeyeyim de poşet veya bez yerine deri çantalar mı üretildi acaba diye ciddi ciddi düşündüm ve merakımı içeren bir tweet attım, aldığım cevap inanın çok açıklayıcı idi:

Tüyap Kitap Fuarı, Deri ve Kürk Fuarı'na ev sahipliği yaptığından zulme ortak olmaktadır.

Evet canım, ben de öyle düşünmüştüm. Yahu bir fuar niye ve nasıl bir diğerine ev sahipliği yapsın? Neler dönüyor? Hala bir halt anlamış değildim. Ortada bir tepki var ama tepkinin neden kaynaklandığına dair dişe dokunur bir açıklama yok. Ağızdan çıkan copy paste edilmiş öfke köpükleri var. Nihayet biri şu linki gönderdi de okurken tam olarak ne demek istediklerini anlamak için saç baş yolsam da en azından sonunda amacıma ulaştım. Linkte yazanları okumadan önce özetle diyeyim ki mevzu şundan ibaret: Kürk Fuarı'na ev sahipliği yapan elbette Kitap Fuarı değil, Tüyap'ın kendisi, yani yan peronda (Eva Peron) çengelde koyunlar, danalar sallanırken siz bulunduğunuz yerde Faulkner rüyalarına dalmıyorsunuz. Verilen taşıma çantaları da deriden falan değil, zaten bu çok çılgınca olmaz mıydı? Yani Kitap Fuarı'nın Kürk Fuarı ile tek alakası Tüyap'ta yapılması, "hayvanseverler" de aslında Tüyap'ı böyle bir rezilliğe ev sahipliği yaptığı için kınamak istemişler, protesto etmek istemişler ve daha bir sürü şey. Özetle Kitap Fuarı ile saygın görünüyorsun ama yemezler, biz de senin saygın göründüğün Kitap Fuarı'nı da protesto ederiz görürsün gününü demişler. Protesto yöntemi ne peki? Gitmemek! 

Gerçekten çok başarılı bir protesto yöntemi, düşünsenize evinizde kıçınızı yayarak katılabileceğiniz ve duyarlı görüneceğiniz harika bir eylem(sizlik) fırsatı. Bravo! Artık "event" açıklamasını okumanıza izin vereyim çünkü bu daha çenemin başlangıcı.

https://www.facebook.com/events/375928465872105/

Katılmama gibi bir seçeneği olmadığından tıklayamadım ama ben hayatımda bu kadar konudan sapmış, derdini açıklayamayan bir metin daha görmedim. Normalde gözü kapalı savunacağım bir konuda sırf bu anlatımın arap saçılığı ve başarısızlığı yüzünden ben bile, evet ben bile, destek vermedim.

Düşünün ki zaten güzel yurdumda kaç kişi kitap okuyor ve kaçı hayvan hakları konusunda duyarlı. Ve inanın bunların çok daha azı bu metni okumak ve mevzuyu anlamak için çaba gösterecektir çünkü sağlam sinir istiyor. İndirimli kitap alma hayalleri ile yanıp tutuşan bir arkadaşım hashtag'i görünce 'Ay şimdi fuardan kitap alamayacak mıyız, hayallerim suya mı düştü,' diye üzülmüş. Sonra ne mi yaptı? Gitti gezdi fuarı ve bir sürü kitap aldı, hayvan haklarına duyarlı ve kitap okuyan nadir insanlardan biri olan bu arkadaşım. O geceki yazışmamızda bana 'Derdini anlatma atölyesi kurulmalı,' dedi. Çünkü ikimiz de biliyoruz ki bu hashtag'in arkasında yatanı anlamak için bizim kadar çaba harcayacak ve zaman ayıracak insan çok çok az.

Metne geri gelelim. Tam bir facia ile başlıyor. Kan beynime sıçradı. Kimse kitap okuyor diye kimsenin kanının döküldüğü yok! Bu ne lan? İnanın şu cümlede siktiri çekip okumamak işten bile değil, ben bile koca bir siktir çektiysem:

Burada SEN KİTAP OKUYACAKSIN, ONLAR KAN DÖKECEK ! 

Daha kötü bir başlangıç olamazdı. Derin bir nefes alıp okumaya devam ettim. Kürk Fuarı zaten protesto edilmiş ama belli ki ses getirmemiş. Tüyap deyince akla saygın Kitap Fuarı geldiğinden bu saygınlık imajına Kitap Fuarı dahil olmasın isteniyor, bunu yapmanın yolunun da boykot etmekten geçeceğini düşünüyorlar ve bir grup insan Kitap Fuarı'nı boykot ederse Tüyap'ın cebinden para eksileceğine inanıyorlar. Çok özür dileyerek söylüyorum ki Tüyap'ın müşterisi bizler de değiliz fuar katılımcıları. Ve bu işler Tüyap'ı neredeyse para kazandığı için suçlayarak olmaz. Tüyap elbette hobi için fuarcılık merkezi işletmiyor, elbette para kazanacak. Yelpazesinde barındırdığı fuarlardan ötürü elbette protesto edilmelidir. Dedim ya normalde gözü kapalı destekleyeceğim bir boykotun metnini okudukça göğsüme jilet atasım geldi, o kadar bunaldım. İçim şişti yeminle.

Merak ettiğim şeyler var, mesela Tüyap'ın kitap fuarından zarar etmesi için önceden yayın evleri ile görüşülmüş mü? Çünkü bu şekilde bir boykot yayın evlerini bu sene vursa ancak bir dahaki seneye katılmazlar ki hadi vurdu diyelim. Kaldı ki çoğu yayın evi için kitap fuarı bir prestij ve reklam mekanı olduğundan esas amaç, daha doğrusu birincil amaç kar elde etmek değil. 

Fuarları başka bir yerde yapalım desek burası İstanbul koşullarında neresi olabilir? Tüyap başka türlü nasıl protesto edilebilir? Sadece kitap fuarı mı boykot edilmeli? Bir o kadar ünlü olan yapı fuarı da Tüyap'ta yapılıyor mesela? Ona ne yapacağız? 

Kitap fuarını boykot etmek gidecek kişi sayısını bu çağrı altında ne kadar azalttı bilemiyorum, bu konuda kimse ile henüz konuşmadım. Ben de gitmedim ama sebebi bu değildi, gidip kendimizi bir şekilde gösterip kitap almayalım ya da gidip içeride protesto edelim denseydi gidebilirdim. Bu şekilde çok kişiye ulaştığını sanmıyorum. İndirimli kitap için gidenlere artık kitaba dokunmadan, yapraklarını hissetmeden olmaz diyen benim bile kullandığım internetten alışveriş seçeneği önerilebilirdi. Zaten indirim oranları çok değişmiyor veya yayın evlerinin kendilerine giderek daha fazla indirim bile alabiliyorsunuz. Mesela Ayrıntı Yayınlar'ndan yüzde kırk indirimli alabiliyorsunuz vs. Tüm bunları anlatan böyle güzel pankartlar afişler vs hazırlanabilirdi. Hayvan kostümleri ile gezilebilir ve mevzu duyurulmaya çalışılabilirdi. Bir güzel fuardan atılırdık ama derdimizi daha çok insan duyardı, her yer Taksim her yer direniş olurdu, güzel olurdu. Böyle hiç olmamış...


Ölüm Sanat ve Mekan Sempozyumu

Bu sene dördüncüsü düzenlenen sempozyum bugün başladı aslında, ben yine de diğer iki gününe katılmak isteyen olur diye programını iletiyorum:


Bu da program efem:

ÖLÜM SANAT VE MEKÂN IV SEMPOZYUMU
 
12-14 KASIM 2013

 
Deniz Yolaç ve kaybettiğimiz bütün diğer öğrencilerimizin aziz hatıralarına...

SUNUŞ

Ölüm bilinci şüphesiz tarih boyunca kültür ve sanat yaratmasında insanoğlunu tetikleyen etkenlerin başında gelmiştir. Zygmunt Bauman kültürü “insanların farkında oldukları şeyi unutturmaya yönelik incelikli, karşı-anımsatıcı teknik bir aygıt” olarak tanımlarken, kaynağını ölüm bilincine ve ölüm gerçeğini unutma gereksinimine bağlar.  Ölü gömme ritüelleri, mezar ve mezarlıkların ortaya çıkışı tarihöncesi uzmanları tarafından insanlık eşiğinden geçmenin önkoşulu olarak kabul edilir. Ölüm kavramı, insanı hayatın geçiciliği karşısında kalıcı bir şeyler yaratma konusunda uyarmış ve sanat yapıtının doğuşuna zemin hazırlayarak başta plastik sanatlar, edebiyat ve müzik gibi alanlarda olmak üzere sanat yaratımının bütün dallarında estetik yönden en etkileyici yapıtların oluşmasına aracı olmuştur. Öte yandan ölüm gerçekleştiğinde, ölüyü dini inançlar çerçevesinde öte dünyaya hazırlama ve aynı zamanda geride kalanların ölüm acısını hafifletme çabalarının sonucu olarak ortaya çıkan mezar anıtları da, gene ölüm ve yaratma arasındaki ilişkinin somut kanıtlarını oluşturur.  
“Ölüm Sanat ve Mekân Sempozyumlarının amacı, ölüm kavramının gerek birey ve toplumun yaşamındaki, gerekse sanat yaratımındaki yeri ve önemini felsefe, toplum bilimleri ve çeşitli sanat dalları üzerinden irdeleyerek bir kez daha vurgulamak.  
  

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fındıklı Kampüsü
Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu 

Yrd.Doç.Dr. Gevher Gökçe Acar'ın Ölüm Sanat ve Mekân seçmeli dersi kapsamında düzenlenmektedir.


olumsanatmekan@gmail.com


12 KASIM  SALI

10:30- 10:45           Açılış       
Oturum Başkanı     M. Baha Tanman
10:45-11:15            Uğur Tuztaşı           Ebedî "İz"den Edebî Huzura; Türk Sanatı/Mimarisinde Ölüm[-lün-]ün Kalıtsal Hâzzı: Fânilik
11:15-11:45            Hürü Kaya               Fotoğrafla Kendi Acıma Bakmayı Deneyimlemem
11:45-12:15            Burcu Alkan            Faust Anlatılarında Ölümsüzlüğün Bedeli, Ölümün Mekanları
12-15-12:30            Tartışma
12:30-13:30             Öğle arası

Oturum Başkanı      Aykut Köksal
13:30-14:00             Ekrem Işın                 “Her Şey Yerli Yerinde”: Ölümün Geleneksel Topografyası Üzerine Düşünceler
14.00-14:30             Boran Ekinci             Ölümden sonra..
14:30-15:00             Rahmi Öğdül            Ölümlerden ölüm beğen!... Benimki Barok olsun
15:00-15:30             Gündüz Gökçe          Müzikte Ölüme Bir Bakış
15:30-15:45             Tartışma
15:45-16:00             Kahve arası
16:00-17:35             Film gösterimi “Das Ende ist mein Anfang” [Son Benim Başlangıcımdır] Yönetmen Jo Baier [Türkçe dublajlı]

       
13 KASIM ÇARŞAMBA

10:00-10:30            Gevher Gökçe Acar     Yaşayanlara Kemik Ölülere Ziyafet; Meksika’da  Yaşamın Acı Ölümün Tatlı Yüzü
10:30-10:40             Tartışma
10:40-12:10             Belgesel Film Gösterimi  “La Santa Muerte” Yönetmen Eva Aridjis [İspanyolca, İngilizce altyazılı]

12:10-13:00             Öğle arası          

13:00-14:30             Film gösterimi “Orphée & Eurydice” Müzik Christoph Willibald Gluck Libretto Pierre-Louis Moline Yönetmen Arnaud Petitet & David Alagna   [Libretto İngilizce altyazılı]
14:30-14:45             Kahve arası         

Oturum Başkanı      İlke Boran
14:45-15:15             Eser Yavuz Tiryaki       Operada Orfeo Miti ve  Aşk-Ölüm Figürleri Üzerine Metinlerarası Bir Çalışma
15:15-15:45             Can Denizci                   Beethoven'in Heiligenstadt Vasiyetnamesi'nin Ardındaki Ölüm-Sanat İlişkisi
15:45-16:25             Aslıhan Eruzun Özel    Türk Tasavvuf Müziğinde Ölüm Teması 
                                                                           [Açıklamalı Dinleti]
                                   
                                                                            Ses Sanatçısı        Hafız Murat Taştekin
                                                                            Ney                        Hülya Dışkaya
                                                                            Tanbur                  Korkutalp Bilgin
                                                                            Klasik Kemençe   Aslıhan Eruzun Özel
16:25-16:40             Tartışma
16:40-16:50             Kahve arası
16:50-17:50             Belgesel Film Gösterimi: “Hermann Nitsch” Yönetmen Daniela Ambrosoli  [Almanca, İngilizce altyazılı]      


14 KASIM PERŞEMBE

Oturum Başkanı     Şükrü Aslan
11:00-11:30            Mehmet Fırıncı     Toplumsal Mücadelede Sanatçı Duruşuyla Käthe Kollwitz ve (The End) Son Adlı Eserinin Analizi
11:30-12:00             Yaşar Çabuklu        Ölümün Doğal Bir Olgu Olmaktan Uzaklaşması
12:00-12:30             Erdem Ceylan         “Çanlar Çanlar İçin Çalıyor”a Karşı “Ölür ise Ten Ölür Çanlar Ölesi Değil”      
12:30-12:45             Tartışma

12:45-13-30             Öğle arası

Oturum Başkanı      Umut Tümay Arslan
13:30-14:00             Zeki Coşkun                Sanat ya da Yoklukla Baş Etme Yolları
14:00-14:30             Tuna Erdem                Yaşayan Ölüler ve Direnen Eylemciler: İşgal Hareketleri ile Zombi Metaforu Arasındaki Çetrefil İlişkiler
14:30-15:00             Hakan Savaş                Gidişler [Okuribito/Departures] ya da Ayrılık Olmasaydı…
15:00-15:15             Tartışma
15:15-15:30             Kahve arası
15:30-17:40             Film gösterimi             “Okuribito” [Gidişler] Yönetmen Yojiro Takita [Japonca, Türkçe altyazılı]

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Taksim Gezi Parkı ve nefesimiz olan ağaçları

Dün gece yarısı sinsice katledilmeye başlanan ve halkın tepkisi ile yeniden dikilen ağaçlar bizimle kalacaklar mı? Bir zamanlar Abbasağa Parkı için mahalleli direnmişti böyle, Gezi Parkı da ağaçlarını kurtarabilecek mi? 


Günün iki fotoğrafı var aklıma kazınan, biri Lady in red, Reuters'tan. 

 I have never seen that dress you're wearing 
or the highlights in your hair..
 They catch my eye
I have been blind

O kadar biber gazından sonra kim kör olmaz ki?

Bir diğeri ağacı kesmeyin diyen gence polisin yakınen müdahalesi, daha nasıl anlatılır? Biri doğayı koruyor, diğeri?


Ağaçlarımızı, şehrimizin nefes alma organlarını korumak için nefessiz kalacağımız aklımıza gelir miydi hiç? 

Bir de kepçenin önünde duran Sırrı Süreyya Önder var:

"Siz özel şirketin polisi misiniz halkın polisi misiniz?"
"Kaçak bir inşaatı koruyorsunuz."

Belli ki Gezi Parkını geceli gündüzlü nöbet tutarak bekleyeceğiz koruyabilmek için.

Ve gece nöbetçilerinden bir pankart:

Bu dünya kimseye Karl Marx!

diyerek bitirdim.

                             Bir de kanal ekleyeyeyim: http://www.ustream.tv/channel/pinarogun


23 Ocak 2013 Çarşamba

22 Ocak Galatasaray Üniversitesi Yangını



Haberi aldığımda çoktan 23 Ocak olmuştu ve Dha canlı yayınında hala cayır cayır bir yangınla karşılaştım. Gecenin bu yarısında hala devam eden bir yangının 19: 30 sularında başladığını öğrenince şaşırdım. Halbuki New York ile yarışacak bir itfaiye sistemimiz var buyurur Kadir Topbaş:

http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=20859

Bu durumda Haydarpaşa yangınında da çok tartışılan denizin dibindeki tarihi eserin deniz yardımı ile söndürülememesini artık suyun basıncının ahşap binayı çökerteceği, bu nedenle denizden veya helikopter vasıtası ile havadan müdahalenin mümkün olmadığı gibi "zırvalar" yerine daha iyilerini bulmalılar, suyun basınç ile bu binaları yıkabileceği doğru ama hortumların veya yangın söndürme sistemlerinin ucundaki nozzle - o da ne? şu: her itfaiye hortumunun ucunda bağlı bir nevi fıskiye gibi bir parça, bu parçanın amacı suyun hortumdan nasıl çıkacağını ayarlamak, hani bahçe hortumunun ucunu sıkarsınız da su tazyikli çıkar ya, onun gibi. ama o basınçlı suda bu işlemi parmağınızla yapamayacağınız için bu pirinçten yapılmış parça hallediyor- sayesinde basınçla pompalanan su; tek noktaya şiddetli püskürtmeye ayarlanabileceği gibi, büyük miktarda suyu geniş bir alana yayarak bir yangın perdesi olarak ince ince parçalarla yayılmasını sağlıyor. New York'la yarışabilecek durumda olduğumuza göre bunu neden yapamadığımızın sağlam bir açıklaması lazım.


-Fotoğrafların bir kısmını sürekli link vermemek için kopyalayıp ekledim.-

İbb kamerasından bir görüntü:
http://img46.imageshack.us/img46/2456/gsyangin.png

Haydarpaşa vakası için itfaiyeci bir arkadaşımla konuşurken işten anlamayan dangalak yerine konmuşluğum bir yana, aklımda en çok şu cümle kalmıştı: 'O yangını söndürecek köpük ne kadar eder haberin var mı?' Yapacağım atağı fark edip o kadar harcansa bile çok hafif bir etkisi olacağını ekleyerek 'your arguement is invalid' i yapıştırmıştı. 




Yine de farklı uzmanlardan açıklama beklemek toplum olarak hakkımız. gerçi kesinlikle böyle bir geri zekalılık sergileyenlerin hakkı değil:

https://twitter.com/search/realtime?q=fransa+bayraklar+yar%C4%B1ya+indirildi&src=typd

Bir de futbol takımı üzerinden mide bulandıranların, zaten umurlarında da değil. 




Sayılarının çok olduğunu umduğum bir kesim ise binanın yanında bir de İlber Ortaylı'nın da eşi bulunmayanlar da dahil olmak üzere altı bin kitap bağışladığı kütüphanenin yanmasına da yandı. Her ne kadar kütüphane arka binada diye valilik tarafından açıklama yapılsa ve bu eserlerin kurtulduğu iddia edilse de o yangından aynı binanın ikinci katındaki kütüphanenin sağ çıktığını söylemek safdillik bile değil. Gerçi Ethem Tolga için her şey çok şey, online yani, endişeye mahal yok. Bir de ders falan yapılmıyordu o binada buyurmuş, teknoloji çağında büyük hata. Hangi üniversite rektöründen en fazlanefret ediyor diye bir yarışma yapılsa sayesinde Galatasaray Üniversitesi açık ara kazanır.

https://twitter.com/GSUmag/status/293821914273685504

Neyi yaktığımızı biliyor muyuz?

Yanmadan önceki halinden bir iç portre

Tavandaki kalem işleri, anılar, tezler, dökümanlar, sınav kağıtları -hele ki tahmin ediyorum final döneminde-

Kim bilir kaç kuşağın ciğeri yani. Ciğer nefes alma organımız, doktorlar yangın sırasında civarda bulunan astım hastalarını çıkmamaları için uyarmış. Böyle bir sahte afette nefes alamamak için  astıma gerek yok ki.




Zaytung'un haberi durumu özetliyor aslında:



Hotel Le'Bosphorus (Eski Galatasaray Üniversitesi) görkemli bir temel atma töreniyle dünyaya merhaba dedi

 http://zaytung.com/fotohaberdetay.asp?newsid=202466

Bunu, yani ranta açılıp otel yapılmak için yakıldığını düşünen insanlar ne paranoyak, ne aptal ne de hükümeti suçlamak için öküz altında buzağı arıyor. Örneklerine bakalım:

 http://haber.gazetevatan.com/0/73073/7/Haber

http://www.ucyuzotuzuc.com/fotoroman/galatasaray-universitesinde-yangin_97-f1641.html

http://www.ucyuzotuzuc.com/detay/tarih-boyle-kul-oluyor-boyle-yok-ediliyor-777.html

 Ve daha bir sürü... 

Neden böyle düşünüyorlar canım? Tarihi bina, yanamaz mı? Elbette yanar, hem de cayır cayır, buradaki sorun bu değil.  Buradaki sorun gerekli önlemlerin alınmaması, gerekli müdahalenin yapılmaması. 

Bir öğrenci diyor ki: Biz bile söndürebilirdik... Bu ne demek? Bir şeyler fena halde ters gitmiş demek, bir hocanın odasında elektrik kaçağı oluyor (vaay!) insanlar da ay canım hocanın odasında kaçak olmuş, olur böyle şeyler diyorlar. Aynı hoca Yiğit Bulut'un programına katılıyor ve gündüz sigortaların attığını, bir sıkıntı yaşandığını, muhtemelen o hat üzerinde bir yerden kaçak olduğunu söylüyor.

-bald kısmını düzeltemiyorum, herhangi bir anlamı yok, bald'a dönüp duruyor yazı-

Bu ne demek? Gündüz sigortalar atmış, teknisyenler -en iyi ihtimalle- çağırılmış ve sorun giderilmemiş, baştan savma yapılmış. 

Odada duman görülmüş, itfaiye gelip yangın yok zabıtı tutarken ve binayı boşaltırken çatı cayır cayır yanmaya başlamış, yani yangın gizliden yürümüş, itfaiyenin burnu dibinde çıkmış ya da azmış. Saatlerce rüzgar mukavemeti(?!) yüzünden söndürülememiş, New York itafiyesi ile yarışan itfaiyemiz sınıfta kalmış.

Ve biz kasıt aramayacağız, öyle mi? Minareyi çalan çoktan kılıfını hazırlamış. 

Yiğit Bulut Beril Dedeoğlu'na müthiş bir tarih bilinci ve duyarlılık sergileyerek canlı yayında 'Cana gelmesin mala gelsin,' demiş.

(cosmic girl'den geliyor: facebook'ta konu ile ilgili capsin altına " mala ağlasak seni her gördüğümüzde ağlardık yiğitçim" yazan kişi benim için günün ayarmatörü olmuştur.

http://beta.eksisozluk.com/entry/31850942 )

 http://www.youtube.com/watch?v=-ofWTLGpCz0

 Kıyı Emniyet genel Müdürü, vali ve belediye başkanı oturup izlemiş: 

"Kıyı Emniyeti Gen Müd:"Olayın başından beri valim ve belediye başkanımla yangını izliyoruz" dedi 'ta.Öyle olduğu anlaşılıyor!.. "

https://twitter.com/hilmihacaloglu/status/293827158013526016

Hicran da, yalnızlık da, yenisi düzgün yapılsa bile eskiye duyacağımız hasret de bize düşmüş usta.

Zaten bu yazıyı da Lali Berte yazmış.