18 Haziran 2012 Pazartesi

Kürtaj Yasaklanamaz International Version

Bu siteden bugün sevgili hindirella sayesinde haberim oldu, bu benim ayıbım:

http://kurtajyasaklanamaz.com/

Ben ne yaptım? Hemen imzaladım ve Second Life'ta yayabildiğim kadar insana yaydım, siz de yaymak isterseniz yazdığım özet metni buraya kopyalıyorum:

"Dear friends,

The government is trying to prohibit abortion in Turkey which will lead more women dying because  they will resort to illegal, unsafe, and unhealthy means of abortion. There were septic services in every hospital  to save women who tried to do it herself or get it done...

Interdicting abortion means more women will die in attempts to make a choice, and to take away their choice is against their human rights. Every woman has the right to make the decision on her body, as it is hers, and hers alone.

Would you be interested in simply signing your name to support female rights in Turkey?

This link will directly take you to the sign part:

http://kurtajyasaklanamaz.com/kategori/imzala

(abortioncannotbeprohibited.com)

İmzala= sign

Ad-Soyad = Name - Surname

Ülke = Country (you can write your country name in your language)

Gönder = Send

It will say "Desteğiniz için teşekkürler." which means "Thank you for your support."

We will be sending these signatures to post office to send to government,  Health Department and Prime Ministry, tomorrow, on 19th of June, at 11 a.m.

Thank you for your support about helping women in Turkey ."

Spread as much as you can.

Nobody I talked today knew about it any, even Greece, even Germany with so many Turks in it... Just spread.

Babamız bizi çok sevdi!

Esra'ya, Burcu'ya, Sevgi'ye, Firdevs'e, Meltem'e, Berrin'e, Özlem'e, Özge'ye...

Bir babalar gününü daha atlatmanın rahatlığı içerisindeyim. Neyse ki anneler günü kadar/gibi insanın gözüne gözüne sokulmuyor. Yine de her babalar günü babası hayatta olmayanların suratına tokat gibi çarpıyor. Hele benim gibi babanızın dostu manevi babanızı da kaybetmişseniz daha bir sert hissediliyor bu tokat. 

Yazıyı ithaf ederken nick kullanmak istemedim, hepimizin aslında gerçek insanlar olduğunu, kullandığımızın nick'lerin arkasında gerçek birer kimlik olduğumuz vurgulamak için. Şurada gördüğünüz karakterler gerçek bizlerin birer yansıması. Bence bunu sık sık vurgulamak gerekiyor.

Yazının başlığını atarken Perihan Mağden'i düşündüm, Babasız Kızlar Balosu'nu düşündüm. O şarkı yüzünden babasızlık konusunda hiçbir fikri olmayan insancıkların saçmalıklarını okudum. Midem bulandı, hem de ağır bulandı. Babası olmayan ben, Esra ya da Özge değil, onlardı. Şarkının ya da şiirin diyelim, ne demek istediğini dahi anlamamış insancıklar...

Oysa babamız bizi çok sevdi! Hem de tahmin edemeyeceğiniz kadar çok! Üstelik çirkin de değiliz, gayet güzeliz!

Sonra dediler ki: Babası yok, onun için kendinden büyük bir erkekle beraber. Saçmaladıklarını anlatamadık, babası onları sevmeyen çirkin kızlar içindi o. Babamız bizi çok sevdi. Konu hakkında bir yazımı, polly jean'in isteği üzerine hala asıl yazdığım yerden silmiyorum ve burada paylaşıyorum:

Babası yok onun için kendinden büyük erkekle beraber


 kısık ateşte bilgi edinmiş aydınlanamamış insan zırvası.

biraz önce cha ile konuşuyorduk, dedim o durumun aslı öyle değil, dedi doktorlar öyle diyormuş. o doktorların hepsini sikeyim. bu bir. doktor olmuşsun hala aritmetikle logaritma çözmeye çalışıyorsun, defol git. kısık ateşte aydınlanamamış da seninle aynı şeyi söylüyor. ne farkın kaldı? insanlar kalıba sokmayı seviyorlar, doktorlar da.

bu da iki: bu önerme nedense kadınlar söz konusu olduğunda babası yok, babalık yapmıyor, baba var ama yok gibi bilmemnedir de erkekler söz konusu olduğunda kadının tecrübesinin cazibesine kapıldı. oldu yarram, yanılıyorsunuz yarram. o zaman anası olmayan erkekler de yaşlı kadınlara sarardı, alakası yok. sevgilide baba aramak da en hafifinden sapıkça.

peki nereden geliyor bu genelleme kalıba sokma isteği? şu aydınlatmacı sözlerim size her şeyi gün gibi ışığa çıkaracak bakın:

bu iddianın aslı ne biliyo musun? kadının sürekli kendisini korunma altında hissetme arzusunda olduğu sanrısı. olgunluk, bilgi birikimi, bunlar elbette etkiliyor ama sadece yaşı büyük diye tercih edilseydi bu adamlar mahalle komşusu mehmet amca ile de beraber olmak isteyenler hanım kızlarımız olması gerekirdi, tercih edilen yaşlı adamlar ya birikimli ya da kadın orospu ruhluysa paralı vs baba ve korunma ihtiyacı ile zerre ilgisi yok, para ile ilgili olanın kendini ahlaksızca garantiye alma ile zerre ilgisi var ama o onun ahlaksızlığı.

bu yeni bilginizin hayrını görün.

(deliberte, 05.07.2011 12:48)

Arada biri Babasız Kızlar Balosu diye çıkıveriyor, durur muyum? Yapıştırıyorum cevabı:

babası yok denince babasız kızlar balosu'nu ve babaları terk etmiş kızları anlamak ne tuhaf bir yanılgı. babanın öldüğü için olmaması ile bu durum arasında dağlar kadar fark var oysa ki, öldüğü için mi babayı cezalandıracağız? adam ölmüş gitmiş... keşke ölmeseydi tabi, çevremdeki birçok babalı kızdan daha çok babalıyım buradan bakarsak. varlığı süresince eksikliğini hiç hissetmedim.

(deliberte, 06.07.2011 23:59)

Bakın başka neler yazmışım babamla, babalarımızla ilgili:

Babanın ateist olması


bu durum bir de babanın imam hatip lisesi'nde öğretmen olması durumunu kapsıyorsa oldukça renkli sahneler yaşanır aile efradı tarafından. yıllarca size imamın kızı denir, halbuki sizin ne imamlıkla ne kızlıkla alakanız yoktur. lan!?

based on a o kadar true bir story ki.

(deliberte, 26.07.2011 18:11)

Bir de peygamber gibi adamdı derlerdi, ona da gülümserim hep.

Babanın ölmesi

 

Hatırlıyorum, hüngür hüngür ağlayarak girmiştim bu entry'yi ve içimdekileri dökememiştim. Çünkü ben babamın öldüğünü ancak bu yıl, 17 sene sonra kabul edebildim.

(bkz: ağlamaktan entry girememek)

(bkz: yıllar geçse de üstünden bu kalp seni unutur mu)

babanızın ölümünün üzerinden yıllar geçse de acısı taze kalır. geçmesini beklemeyin. ölmesinden dört yıl öncesinden hazırlanmaya başlasanız bile o sizi hazırlıksız yakalar. her ölüm erkendir, yıllar çoğaldıkça azalır. sık sık düşünürsünüz hala hayatta olsaydı siz nasıl biri olurdunuz, bu kadar güçlü mü olurdunuz yine yoksa daha mı güçlü... cevabın ikincisi olduğunu bilmeniz içinizi daha bir kanatır. rüyanızda görseniz çocuk gibi sevinirsiniz. açelya şarkısını söyleyemez olursunuz çünkü kime olduğunu bilmeden babanıza söylüyorsunuzdur ve kasetin içinde "babama" diye yazıyordur, bir yerlerde beraber söylediğiniz samanyolu nu duysanız hüngür hüngür ağlamamak için kendinizi zor tutarsınız, daha doğrusu tutamazsınız. ölümünün üzerinden on üç sene geçmiş olsa da entry girerken gözlerinizden yaşlar süzülür. yanınızda olmasını, ona sarılmayı çaresizce özlersiniz.

(deliberte, 14.04.2008 04:43)

Bunları bu sene şurada yazdım ama bu sefer sonuna dek hissederek, bastırmadan, dışarı çıkmasına izin vererek...

http://lalibertedenmektuplar.blogspot.com/2012/06/baska-bir-son-nefes-veya-ilk-nefes.html
Denizin içinde karanlıklar gibisin, ışığın içinde saklıdır bilmezsin, hayat artık sensiz akıp gidiyor, senden habersiz sessiz...



Geçen gün de birisi şu başlıklı entry'yi oylanmış:

Babanın söylediği unutulmayan sözler


bir an hiçbir şey hatırlamadım ve korktum. zaman anıları bu kadar çabuk mu yiyor? doğduğumda babamın bana yazdığı şiiri unutamam, söz deseniz bir sürü sözü var ama tıkandım işte. aklıma 5 yaşından beri ne zaman arkadaşları ile rakı içse yanına çağırıp 'kızım bi fırt çek, aferin, bi fırt daha çek, bakın kızıma nasıl rakı içiyor' sözleri geldi, 'aslan kızım benim' de bonusu. daha o yaşlarda dört fırta kadar çektiğimi bilirim. hatta (bkz: rakı içen kadın/@deliberte)

sonra ben yemek konusunda dünyanın en uyuz çocuklarından biri olduğum için adamcağız şarkıcı kesilecekti neredeyse, garson berte getir'ler, nar gibi domatesle beyaz peynir'ler havada uçuşuyordu. garsonlu olan çarlistondan uyarlama da diğerinin ciddi ciddi varolduğunu düşündüm hep. sözlerini de yazayım tam olsun:

nar gibi domatesle beyaz peynir
bir parça ekmekle beraber yenir
gel onu seninle yiyelim
her an düzelir keyfin neşen gelir

bir seferinde de, bu sefer ilkokuldayım, madonna hayranıyım, açmışım kaseti elimde deodorant şişesi şarkı söylüyorum, daha ingilizce falan bildiğim yok, hello mello, güya söylüyorum, odamın kapısı kapalı. babam kapıyı açıp kafasını uzattı, ben çok utandım. niye utanıyorsam... 'aferin kızım, devam et sen, böylelikle dili daha kolay öğrenirsin,' dedi, ben kalakaldım. niyeyse gülmesini falan beklemiştim. sadece hoşuna gitmesinin getirdiği bir gülümseme vardı. ben sıkılmadan devam edeyim diye kapıyı kapatıp gitti.

beni hayatım boyunca en etkileyen sözü yüz milyon meslektaşı ile toplandığımız bir akşam yemeğinde söylemişti. ben o yaz ilkokulu bitirmiştim ve anadolu lisesi sınavını kazanmıştım. o dönem eğitimin altıncı senesine tekabül eden sınıf anadolu liselerinde ingilizce eğitim verilen hazırlık sınıfları olurdu. şimdiki cıvık dönemin düzgününü düşünün, öyle. inal ertekin bebelerine rağmen istediğim okulu kazanmışım, zaten o zamanlar sadece iki tane anadolu lisesi var yaşadığımız yerde, bir yandan gururluyum, işte başardım falan modundayım, bir yandan da kimseye söylemediğim, hatta kendime bile, bir endişem var. işte böyle bir yaz, soruyor amcalar işte aferin berte kazandın, gelip bizim öğrencimiz olmadın (ben bi de ben sizin okula gelmeyeceğim ki anadolu lisesine gireceğim diye burnum bi karış havada dolaşırdım, kendinden emin olmak böyle bir şey sanırım) e ne hissediyorsun falanlar, ben gak guk diyemeden babam girdi devreye 'berte'nin biraz endişesi var, tüm sene ingilizce öğrenecek, yapabilir miyim diye düşünüyor ama ben kızıma güveniyorum, yapar o,' ve ben dondum kaldım. lan kendime bile söylememişim! şimdi bakıyorum sözcüklerle bile anlaşamıyoruz insanlarla, değil içini okumak. gerçi annemle de sözcüklerle anlaşamazdık hiç, defalarca söylememe rağmen anlatamazdım. sanırım baba kız arasındaki bağa dayalı bir şey ya da benim ultra mega süper babama. kaç kişi bu şekilde karşısındakini anlayabilir? akraba bile olsa? kızlar hep seçecekleri erkekte babalarını arar derler ya, işte bu açıdan ararım elbet, böyle bir erkek daha çıksın karşıma, gözüm kapalı evlenirim bile. ki ben... demek o baba arama teorisi de doğruymuş, şimdiye kadarkileri toplasan tırnağı olamayacaklarından hiç gerçekten onu aradığımı düşünmemiştim. bir bilimsel gerçeğe daha ışık tuttuktan sonra kabuğuma çekiliyorum. sen sanıyordun ki kabukluydum, değilim.

(deliberte, 18.10.2011 13:45)

Ha bir de şu var:

Babası büyüyen kadınlardan korkmak


korkaklara mahsustur. abuk subuk spesifik örneklerden çıkarım yapıp kendinizi maymun edeceğinize bence korkunun üzerine gidin. geçecek.

kendi ayaklarının üzerinde duran her kadının babası ölmüş değildir. bunu da yazın bir kenara.

ha bir de kendisinden yaşça büyük sevgilisi olan kadınlara baba hasreti içinde oldukları için o adamları seçtikleri söyleniyor ya işte o insanları pompalı tüfekle kovalamak istiyorum. herkes ben değil tabi, susup içinden saydırıyorlar.
(deliberte, 10.06.2010 01:13)

Aslında farklı bir şekilde bitirmek istiyordum. Ben geçen sene hayatta olmayan babama bir hediye verdim, ona sevgilisini verdim, o yazım ile bitiriyorum. Halbuki o yazıyı yazarken bunu ben bile bilmiyordum. Hastanede, yoğun bakımın önünde asla gerçekleşmeyecek bir ameliyat için güya, koşturuyordum, gerçekleşse %95 annemi kaybedeceğim bir ameliyatın kan hazırlıkları için çırpınıyordum. Nereden bilebilirdim ki?

Babacığım, kızları benim canım olanların hiç tanımadığım merhum babalarını da, kalbimde baki kalan Baki hocayı da, seni de çok seviyorum. Bu sene sana verebileceğim tek hediye daha güçlü, daha ayakta, daha dimdik bir kadın olmaktır, biliyorum ve güvenini boşa çıkarmıyorum. Tapusunu defalarca dolandırıldığın için alamadığın ev yüzünden kanser olup canını acı çekerek teslim eden babacığım, o ev artık benim üzerime ve ben sana, doğum günün için, içinde bir sürü hediye hazırladım. Görüyorsun, biliyorum.

Babası hayatta olmayanların babalar günü


duygusal anlamda babayı aldıkları gün. sabah twitter'da okumasam bana yardıma gelen arkadaşımın babasına koşmasından öğrenecektim bu günü. twitter'da yazansa az ve öz :

-- Tweet sahibi twitter hesabini gizlemis! -- (dolayısı ile ne yazıldığını bilemiyoruz....)
bu da benden ona cevap:
@nrgldnmz her babalar gününde aynı şeyi düşünürüm yıllardır...
tahminen tweet'te her babalar gününün babası olmayanları acıtmaktan başka hiçbir işe yaramadığını yazmıştı bu kişi.

http://twitter.com/...iberte/status/82357886583455745

Mezarına bile ayağım dönmemiş, babama diyeceğim bir şey var mı düşündüm, sevmediğimden değil, çok sevdiğimden, yokluğunu kabullenemediğimden...
http://twitter.com/...iberte/status/82358685287972864

(19.06.2011 14:53) 

Artık mezarına ayağım dönüyor baba, hatta o gece sana sevgilini hediye ettiğimden beri ayağım oradan hiç dönmek istemiyor, toprağınıza yatıp öylece uzanmak istiyorum bazen, sizi çok özlüyorum. 

Bu yazıyı hangi bloguma koyacağımı bilemedim, ikisine de koyuyorum. 






15 Haziran 2012 Cuma

Sufi

"başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. bütün kapılar kapansa bile,
sonunda o sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. sen şu anda
göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. şükret!
istediğini elde edince şükretmek kolaydır. sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir..."

(20.07.2010 02:06)

Anlatacağım bir hikaye var, o kadının hikayesini duyduğunuzda... 

14 Haziran 2012 Perşembe

Irkçılık İnsanların Bok Yemesidir!

Sevgili Alper Turgut benu çok güzel anlatan bir fotoğraf paylaşmış, fazla söze ne hacet?



http://twitpic.com/9wenk5

★ Hamburger'i atla, gezegeni kurtar!★

★Skip the Hamburger and Save the Planet!★
 
Some people have too much food and waste them away. Some have too little, but we share the same Earth.
Hamburger is just an example. Massive production of innocent animals just for the self benefit of human caused many suffering in the world. If we spread some of resource to those less fortunate people in the world, it can save their lives. This Planet Belong to all of us. This includes ANY living beings living on the planet.

❤ Respect Life. Be a Responsible Eater, Think of Others. ❤

Every Veggie Meal Saves a Life.

Bir arkadaşımın paylaşımıydı bu, diyor ki,  Hamburger'i atla, gezegeni kurtar! 

Ne alaka? Şu alaka, hatta kabaca çevireyim:

Bazı insanlar çok fazla yiyecek tüketiyor ve boşa harcıyorlar(aka bunu bulamayanlar da var!). Bazılarınınki çok az ama hepimiz aynı Gezegeni paylaşıyoruz.

Hamburger sadece bir örnek. Masum hayvanların sırf insanlar kar edecek diye korkunç boyutlardaki üretimi dünyada çok fazla acı çekilmesine neden oldu. Eğer kaynaklarımızın bir kısmını daha az şanşlı olan insanlara dağıtırsak, bu onların hayatlarını kurtarabilir. Bu Gezegen hepimize ait. Ve gezegen içindeki tüm canlı varlıkları kapsıyor.

❤ Yaşama saygı duyun. Sorumlu bir yiyici olun(en komik çeviri burası oldu ama kısa sürede bu işte, yerken bir düşünün yani), diğerlerini düşünün.  ❤

Her sebze öğünü bir hayat kurtarıyor. 


Mary Bale

Kim olduğunu dahi unutmuşum, unutmamak gerek, unutturmamak gerek, bir kediyi sırf saykoluktan çöp kutusuna kapatan sosyopat karı. Adam olmayana herif denir, kadın olmayana da karı denir benim literatürümde.

Yazım da şöyle:

videosunu gönderdiğim gayet sessiz sakin bir arkadaşımın tepkisi şu olduğuna göre; "omfg! i'd kill her without the feeling guilty",
bu ruh hastası olduğu gayet bariz kadının dünya çapında ölüm tehditleri almasına şaşırmamak lazım. en doğrusu bu kadının ömrünün sonuna kadar hastaneye kapatılması ve gözetim altında tutulması iken bir yandan en hakkaniyetli cezanın kedi severler ile bir odaya 1 dakikalığına kapatılması olduğunu söyleyenler var. ki bu kedinin yaşadığı travma ile karşılaştırılamazdı bile. pek çok hayvan sever arkadaşımdan ve dahi kendimden de biliyorum ki bir hayvana herhangi bir şekilde işkence etmiş birisi ile karşılaşmak istemezdim çünkü kendimi tutamayabilirim. hanginiz bu kadını parçalamak, moleküllere ayırmak istemedi ki?

neyse ki kedinin sahipleri kediyi bulmuşlar da lolacık havasızlıktan ölmemiş. kedinin sahipleri davacı olmayacaklarını söylemiş, gerçi en adil kararı lola verirdi ya, bu da lola'ya gelsin: whatever lola wants



kızım lola, buradan sana sesleniyorum, en büyük zarar seni seviyor görünen ruh hastalarından gelir, bir kedi olarak senin bunları hissetmen lazım, sakın bu tip canlılara güvenme. kedisin sen, iki tırmık çakamadın mı bu sayko seni çöp kutusuna tıkarken? neyse, geçmiş olsun. meow.
 
(deliberte, 29.08.2010 18:00)

13 Haziran 2012 Çarşamba

İş Bankası'nın muhteşem kuryesi

Akut enfeksiyon geçirdiğim şu günde fazla enerjim olmasa da bunu yazmadan geçemeyeceğim. Banka kartımın süresi bu ay sonunda doluyor, her an yeni bir kart gelmesi olasılığı beklemediğim bir şey değil ama beklediğim bu da değil.


Üstelik gaita testi için tam konsantre olmuşken dışarıdan, inşaat tarafından birinin burada Lali Berte diye biri var mı diye bağırdığını duyuyorum, öyle bir bağırıyor ki, bir de üzerine inşaat işçilerine 'abi bi sigara atsana oradan!' diye sesleniyor, üstelik şatomuzun diğer kapısından girmeyi başarıp ev sahibini de ayaklandırmış... Sigara, benim adımı deli sikmiş gibi çığıran biri, ateşlerde yanan ben ve cinnet, o an sanki çok yakındık.


Ulan mal! Adresteki yere gelip niye yan inşaata bağırarak adımı defalarca anons ediyorsun... Apartmana sorsana, alacaklı gibi abuk subuk... Bir de paşamın kalemi bitmiş, benden de kalem istedi. Normalde elbet kalem de isteyebilir ama o yavşakça girişinden sonra dua etsin ateşim vardı ve bitkindim. Verdim uyduruk bir kalem, gitti. 


Elbette İş Bankası bundan direkt olarak sorumlu değil, dolaylı olarak sorumlu. Seçtiği kurye firması da elemanlarından sorumlu. Ortada çok ciddi bir sorun var.


Ben defalarca eve kart geldi, böyle rezalet, böyle yavşaklık, otlakçılık görmedim. Adımı anons ediyor defalarca, inşaata soruyor, inşaat işçisi ile kart sahibinin ne alakası olabilir ve adımı soyadımı niye bilsinler? Beraber çalıştığın şirketten  sorumlusun İş Bankası ve bunu twitter'a da yazdım zaten. Detayını buradan okursunuz artık. 


https://twitter.com/deliberte/status/212546501296144385


 lütfen banka kartı gönderen kuryelerinizin düzgün insanlarla çalışmasını sağlayın, yandaki inşaata adımı soruyor, kalem istiyor.

Önce kendini düşün

Çok eskiden beri en çok duyduğum cümlelerden biridir, fazla vericisin, cart curt...

Bugün yine aynı cümleyi daha uzun bir nutukla dinledim. Cümle ne kadar doğru olsa da hayata geçirmek bir o kadar zor olabiliyor bazıları için. Ben o bazılarındanım, kendime söz versem de Sapan Alaybozan'ın dediği gibi kendi durumuma bakmadan başkasına el uzatmaya kalkanlardanım... Bu değişecek mi? Bilemeyiz.

Yıllar önce bu cümleyi bana söyleyenlerden biri de sevgili Engin Yörükoğlu'ydu. Öylesine aklıma geldi.

Bir de ne zaman biri bana bunu dese aklıma şu şarkı gelir:


Seems I've played the game for much too long
I let people buy my love and I
Never got to sing my songs for you.

I had all my bets laid all on you
Set your stakes too high, you're bound to lose.
In the game of love you pay your dues.

Say that happiness cannot be measured,
And a little pain can bring you all life's little pleasures.
What a joke.

I was not your woman, I was not your friend,
But you gave me something to remember.
No other man said love yourself
Nobody else can.
We weren't meant to be,
At least not in this lifetime,
But you gave me something to remember.
I hear you still say, "Love yourself".

I had all my bets laid all on you
Set your stakes too high, you're bound to lose.
In the game of love I've paid my dues.

Guess I'm waiting for my place in your sun,
Wish I had the chance to know you and it wasn't stormy weather.
What a shame, who's to blame?





8 Haziran 2012 Cuma

Nilüfer Turizm ve garabetleri

Kedith: Başlığı unuttuğuma inanamıyorum!

Daha önce yazdığım şu yazıyı, Nilüfer yazıp aramaya üşenenler için direkt linki de vereyim: http://ahkamburosu.blogspot.com/2012/03/nilufer-turizmdeki-inanlmaz-mantk-hatas.html, yazmadığım bir olayı daha var yıllar öncesinden... hayvanlı, yani kedili, o da çok kötü bir olaydır, o dönem internet kullanmadığım için yazamamıştım, bir gün onu da yazacağım.

Neyse benim acil kargo göndermem gerekti, kısa sürede ulaşması gerekiyordu, ptt ve kargo şirketleri seçenekleri ortadan kalkmıştı çünkü rahatsızlığım tüm gün beni yatağa çaktı. 

Ben de göndereceğim koliyi Nilüfer Kargo ile göndereyim dedim, bilmediğin şeyi araştırmaktansa, vaktin kısıtlıysa bildiğin şey her zaman iyidir, daha doğrusu kestirmedir. Taşıyamadığım için bir çocuktan yardım istedim, sağ olsun götürdü, görevli servisin yeni kalktığını birazdan karşıdan geçeceğini söyledi,' dedim 'Geçelim karşıya sorun olmasın,' 'yok yok ben durdurumlar bir bir şeyler vs....' ve vaktim kısıtlı artı beni yıkan hastalığım da ishal, yollarda başıma bir iş gelir diye de korkmaktayım, servis geldi görevli ışık hızı ile karşıya geçmemizi istedi ve geçtik ama nasıl... otomobillerin arasından saçma sapan geçmeye çalıştık ve servis şoförü sol şeritteydi, adamı yani görevliyi sallamadı, kapıyı açmadı, öyle pacman gibi girdiğimiz anayoldan -Barbaros Bulvarı- ölmeden tekrar karşıya geçtik.

Bu arada aldığım en komik iltifatlardan biridir, yardıma gelen çocuk: 'Abla sen çok iyi bağırıyorsun şu adama bağırsana,' dedi. Zaten adam cinlerimi tepeme çıkarmış, öyle iş mi olur?! Bağırdım elbet çünkü fazlası ile haklıydım ve öğrendim ki:

Şoföre telefon dahi etmemiş, şoförün haberi yok, servis geldiğinde bizi koşturup kendi kendine neandertal hareketler yapıyor yol ortasında servis kapıyı açsın diye vs vs... Biz kaldık öyle... Çocuğun gitmesi lazım, ben koliyi taşıyamıyorum.

Döndüm ofise, bağırma faslı gerçekleşti, şoföre telefon dahi etmediğini o vakit öğrendim, 'Artık sizi 8 servisi ile göndeririz,' dedi, dedim 'Önümüzden araç geçiyor, bindirmeyi beceremiyorsunuz, o araç da mı karşıdan alacak yoksa ofisin önünden mi bari onu söyleyin, böyle saçmalık mı olur? Göz göre göre yarım saat bekletiyorsunuz...' bilmemne. 

Niye sen gidiyorsun diyenler için kargoyu Kavacık'a elden bırakmanız gerekiyor, bunun için de Nilüfer firması sizin oraya ulaşımınızda servis kullanmanızı sağlayarak yardımcı oluyor. Başka çarem yok yani.

Ben bir süre dışarıda derin nefesler alıp gittim adama 'Öğrendiniz mi? Hangi taraftan geçiyormuş?' dedim, daha sormamış, 'Daha servis saatine çok var, ben size haber vereceğim, paketinizi de karşıya ben geçireceğim,' dedi. E bir zahmet...

Servis geç kaldı, dediği gibi koliyi karşıya taşıdı ve bıraktı, yanımdaki olaylara şahit olan iyi niyetli hanımefendi ve servisten bize yardım etmek için inen iyi niyetli beyefendi olmasa iki adım götüremeyeceğim çünkü hastalık zaten sakat belime ekstra ağrılar eklemiş, mümkün değil kaldıramıyorum, sürüklüyorum.

Sonrası şenlikli oldu gerçi, yardım eden beyefendiden Rumeli Hisarı'nın 150 günde yapıldığını öğrendim, aynı beyefendi, bilişimciymiş, Coca Cola reklamında oynamak için İstanbul'a gelmiş, yardım eden hanımefendi organizatörmüş, şirketi burada kendisi Bursa'daymış, bir diğer bilişimci İzmirli, Fatmagül'ün Suçu Ne'de Kerim'in arkadaşının karısını oynayan oyuncu -adını maalesef bilemedim ama çok hanımefendi birisi o da- önümde oturuyor, sohbetin başladığı ön beşliğe erik ikram etti, güzel sohbetler başladı. Dört Bursalı, bir İzmirli, renkli karakterler hepsi, Bursa'ya gidesim geldi o an, gidebilecek olsam evden çıktığım gibi giderdim.

Kargomu sağ salim verip sağ salim yine servisle geri döndüm, halbuki gidişim de bu kadar kolay olmalıydı.


7 Haziran 2012 Perşembe

Live To Tell Madonna

Madonna'nın benim için çok özel bir yeri vardır, çocukluğuma denk gelir pop yıldızı olması, o dönemler için de en sevdiğim şarkıcı kendisi idi, uzun süre de hep o oldu.

Bu bir yana, olmayan İngilizcemle şarkı sözlerini ezberlediğim tek sanatçı o dönem, hatta hiç unutmam, bir seferinde odama kapanmış, teybi açmış, elimde deodorant şişesi -çok tanıdık geldi , değil mi?- yine bir Madonna şarkısı söylüyordum ki içeri babam girdi, o an çok utandım, babamın yüzüne baktım ve babam dedi ki:

- aferin kızım, devam et, yabancı dili çok kolay öğrenirsin böyle...

ve kapıyı rahat rahat devam etmem için kapadı, canım babacığım.

Live to tell parçasının her zaman çok özel bir yeri oldu bende, çocukluğumdan beri, neden bilmem, belki spiritüel bir yanı olduğu içindir veya şöyle ifade edeyim, insanın ruhuna dokunduğu için. O zaman ben ne aşk bilirim ne meşk... Madonna da defalarca uyarmış a man can tell a thousand lies bin nasihat bir de değil ama musibet... 

Bir de sonda will I ever have the chance again diye neredeyse çığlık attığında aklıma sözleri Murathan Mungan'ın olan Müslüm Gürses'in Nilüfer parçası geliyor artık, her şeyi al bana beni geri ver, bir şansım olsun,
başka yer başka zaman, sensiz ömrüm olsun...

Bu gece Madonna neredeyse burnumun dibinde diyebileceğim bir yerde konser veriyor, ben maddi olanaksızlıklardan gitmeyi düşünemedim bile, düşünseymişim ve ifade etseymişim olmayacak şey değilmiş halbuki. (Kedith: bu son cümleyi yazdıktan bir gün sonra konsere gitmiş bir arkadaşım ile Madonna şarkıları üzerine konuşuyrduk, ben arşivimden dinletiyordum, kendisine doğum günü hediyesi olarak aldığı bilet için, 'Keşke sana verseymişim, sen gitseymişsin,'dedi, duygulandım.) Neyse, bir yandan istiyorum ki Live to Tell'i söylesin ve benim için söylesin. 



I have a tale to tell
Sometimes it gets so hard to hide it well
I was not ready for the fall
Too blind to see the writing on the wall



A man can tell a thousand lies
I've learned my lesson well
Hope I live to tell
The secret I have learned, 'till then
It will burn inside of me

I know where beauty lives
I've seen it once, I know the warm she gives
The light that you could never see
It shines inside, you can't take that from me



The truth is never far behind
You kept it hidden well
If I live to tell
The secret I knew then
Will I ever have the chance again

If I ran away, I'd never have the strength
To go very far
How would they hear the beating of my heart
Will it grow cold
The secret that I hide, will I grow old
How will they hear
When will they learn
How will they know




5 Haziran 2012 Salı

Muscle Museum

Bu gece sevdiğim şarkılardan gitmek istiyorum çünkü she had something to confess to,
but you don't have the time so look the other way you will wait until it's over:
to reveal what you'd never shown her
too little much too late
too long tryin to resist it, you've just gone and missed it
it's escaped your world
can you see that i am needing,begging for so much more than you could ever give
and i don't want you to adore me
don't want you to ignore me
when it pleases you yeah
and i'll do it on my own
i have played in every toilet but you still want to spoil it to prove i've made a big mistake
too long tryin' to resist it you've just gone and missed it
it's escaped your world
can you see that i am needing...
so i'll do it on my own and i'll do it all by myself
you will never make it


you will never make it...

How do you think it feels?

Lou Reed ve Velvet Underground'un biraz önce çalma listeme düşen muhteşem güzellikte parçası. Ahkam Bürosu şarkı sözleri ile iftharla sunar:

A great song which shows up on my playlist just now, by Lou Reed and Velvet Underground

How do you think it feels
when you're speeding and lonely, come here baby
How do you think it feels
when all you can say is if only

If only I had a little
if only I had some change, come here baby
If only, if only, if only

How do you think it feels
and when do you think it stops

How do you think it feels
when you've been up for five days, come down here mama
Hunting around always, ooohhh
'cause you're afraid of sleeping

How do you think it feels
to feel like a wolf and foxy
How do you think it feels

To always make love by proxy, huh
how do you think it feels
And when do you think it stops
when do you think it stops