Kıymet Nadir Bindebir'in son dönem online Yaprak dergisine yazdığı bir yazıydı bu, sonra o yazı kayboldu ama Kıymetlimisss kaybolmadı neyse ki, ricamı kabul edip hem yazısını hem de kah orada kah burada yayınlama iznini e posta ile gönderdi.
Kendisi ile çok hoş yazışmalarımız oldu bu arada, bu yazıyı yazdığı insanlardan biri benim canım dostum Esin, her şeyimizle annemin sağlığı ile uğraşırken birdenbire annesini kaybeden Esin.
Kıymetlimiss çok hoş bir şey söyledi bu yazışmalarda: doğada hiçbir canlı annesiz kalmaz, köpek kedi yavrusunu kollar, kaplan yavru maymuna annelik yapar, mutlaka bir "anne" o "yavruya" sahip çıkar.
Ona da birisi söylemiş, o da başlamış anne edinmeye, hatta anneleri yedekliyorum, demişti, gülüşmüştük.
Ben bu "anne" tarafından kollanma hissini son Bursa'ya gidişimde çok yoğun hissettim, öyle ki arkadaşımın annesini benim annem sandı apartmandakiler, ilkokul öğretmenim keza öyle, yaşınız kaç olursa olsun bir "anne" mutlaka sizi sahipleniyor bir şekilde. Şu kısa örnekte bile anneyi akraba ortamından uzakta bulacağınızın sinyalleri geliyordur umarım. Bir yanda başın/başımız sağ olsun, bile demeyen bir teyze, diğer tarafta bana gerçekten annelik yapanlar. Bu yazıyı bu yeni "anne"lerime adıyorum.
Özellikle bugün hep aynı kalacak yaşının ilk dönencesi olan anneme, yazacaktım ki iett'nin doğum günü mesajını aldım... Bildirsem mi acaba? Bilemedim gecenin bu saatinde.
Tüm annelerime ve özellikle bugün doğum günü olan anneme:
(Şu yazıda küfretmek istemem ama eski bilgisayarım nasıl bir şey yapıyorsa dakika başı başka oturum açtınız, tekrar girin bi bişey yapın diyerek zırt pırt yazıyı donduruyor, tüm yazacaklarımı unuttum bu teknik denyoluk yüzünden...)
15 Ocak 2007 de yaprakdergi.com da yayınlandı
Anneleri erken ölmüş kızlara
Anneme, Esin’e, Gül’e
Çok erken ölmüş anaların kızlarıyız biz.
‘Çekmeden ve çektirmeden’ hiç kimseye yük olmadan bu hayattan kayıp gidivermiş
kadınların, hiçkimse tarafından korunmadan yaşamayı öğrenmiş kızları.
Annesiz anneleriz. Öteki kızlara benzemeyiz. Babası erken ölen kızlar hiç
büyümezler, hep biraz çocuk kalırlar ama biz farklıyız. Annemizin öldüğü gün
büyümek zorunda kaldık çünkü.
Hazırlıksız, hastalıksız ve hastanesiz, gencecikken, daha ölüm hiç
yakışmıyorken,
apansız, son sardıkları dolmalar buzdolabında, son yıkadıkları çamaşırlar ipte
kalıvermiş,
banyoları ferah yeşil elma kokulu ve ölüm üzerlerine hiç de yakışmamış
kadınların kızlarıyız.
Annem öldüğü gün, bisikletle deniz kıyısında tur atmış, bahçesindeki
çiçekleri çapalamış, ayrık otlarını temizlemiş, terası yıkamış. Soğanlı kıyma
kavurmuş, dolaba koymuş ve ölmüş.
Bu kadar işte, bisiklete biniyorsun, ot yoluyorsun, kıyma kavuruyorsun ve küt
diye düşüp ölüyorsun. Haksızlık. Haksızlığı yapan annem. Ölümü fikrine
alışmamız için süre vermedi. Yaşlanmadı, hastalanmadı, hastanede yatmadı,
bizi önceden ikaz etmedi.
Ben öksüz, bisiklet öksüz, otlar, soğanlar, kıymalar bir anda kalıverdik ne
yapacağımızı bilemeden. Bir de sardunyaları.
Öksüz, şaşkın dünyanın ortasında öylece tek başımıza kalıverdik. Bu kadar
yakınımıza gelebilir miydi ölüm, bu kadar ani mi olurdu? Daha helva
yapmayı bile bilmiyordumki.
İki gün evvel telefonuma bıraktığı mesajında ‘’Sevgili İstanbullular’’ demişti
politikacıları taklitle, ‘’Hepinizi öpüyor ve hoşçakalın diyorum’’. Mesajı
duyunca aradım. Ona torun sevgisi tattırdığım için uzun uzun teşekkür etti.
Oğlumla ne kadar iftihar ettiğinden bahsetti. Ben de ona teşekkür ettim.
‘’Senin desteğin olmasa doğurmaya karar veremezdim ki, sayende doğurdum,
sayende büyüttüm’’ dedim. Keşke daha fazlasını söyleseymişim. En çok söyleyemediklerimiz
acıtıyor ölenin arkasından. Niye daha fazlasını esirgedim ki?
Bilmiş miydi, bekliyor muydu ölümü? İstemese de bekliyordu galiba. Hem
anneannesinin hem de annesinin öldüğü yaştaydı çünkü. O yaş onun korku
barajıydı. Şimdi benim de korku barajımdır yakınlaştığım o yaş, ama bir yandan
da hınzırca biliyorum ki; anne tarafımdam üç kuşak kadının yüreğini tıp
diye durduruveren o yaşı ben salimen atlatacağım. O barajı geçip, üç kuşaklık o
çemberi ben kıracağım. Onların çağlarının ‘ihtiyar’ yaşları bizim
zamanımızın ‘orta yaşlar’ıdır çünkü.
Hastanesiz, doktorsuz ve morgsuz, üçüncü sınıf turistik bir kasabanın
mezarlığına, ikindi vakti gömülüverdi annem ben yetişemeden. On gün evvel
arabaya el sallarken bırakmıştım, tekrar karşılaştığımızda toprak bir tümseğin
altında yatıyordu. El salladığı görüntü dondu beynimin ekranında. Tümseği kazıp
vedalaşabilmeyi isterdim. Dokunmak, sarılmak, ona sesimi duyurabilmeyi
isterdim.
Dizlerimin üstüne çöküp yumuşak toprağı avuçlayıp durdum. Dinsizlik,
inançsızlık
tesellisiz bıraktı beni anamın mezarı başında.
Oğlum onüç yaşında o vakit. Ona baktım, ağlamaktan gözlerinin rengi koyulaşmış,
derin deniz mavisi olmuş,
‘’Artık yürürken böceklere, karıncalara basmamaya çok dikkat edeceğim’’ dedi.
‘’Neden?’’ dedim.
‘’Çünkü anneannem re-cycle ediyor’’.
Toprağın altında anamın güzel bedeni, elimde mezar toprağı, gözlerimde yaşlar
gülmeye başladım. Sarıldım oğluma. Anneannesinin bedenini doğaya emanet
ettiğini düşünen bir torun. Ancak annemin öğrencileri bu kadar açık fikirli
olabilirdi.
Düşündüm ki; annem de öyle isterdi, ağlamayalım isterdi mezarının başında.
Anladım ki; annesizliğin sihirli iksiri, panzehiri yine anneliktir.
Annesizliğin acısını ancak annelik unutturabilir.
Anneleri genç yaşta ölmüş, bir günde büyüyüvermiş kızlar, en çok onlar benzer
annelerine.
Başsağlığına gelenler, anneleri erken ölmüş kızların yüzüne bu sebepten
bakamazlar. Şaşarak ve anamızla aynı akıbeti paylaşacağımızdan
emin, tedirgin izlerler çay tepsisini metanetle, annemizinkine benzer adımlarla
taşımamızı. Sesimizin, konuşmamızın annemizinkine benzerliği tedirgin eder
taziyecileri. Bilmezler ki; biz erken ölmüş anaların erken büyümüş
kızları, anamızın öldüğü yaşın korku barajını gözyaşlarımızla doldururken
hayatın bütün gereklerini yerine getirebiliriz. Öldüğü saat annemizin
tahtına oturur, geri kalan ömrümüzde annemiz kadar güzel köfte, börek yapmaya,
çekmecelerin içini onun kadar düzenli tutmaya, banyoları onunkiler kadar temiz
ve ferah kokutmaya çalışırız. ‘Korunan’ kategorisinden ‘koruyucu’ kategorisine
annemizin öldüğü saat geçmişizdir biz. Taziyecileri teselli edecek gücü,
annelerimiz ölmeden devretmiştir bize. O gücün farkında değilizdir sadece.
En çok ellerimi benzetirim anneme. Annemi özledikçe ellerime bakarım sekiz
senedir. Asla onunkiler kadar becerikli olamayacak, asla onunkiler kadar
şefkatle dokunamayacak olan kendi ellerime.
Şimdi annem bana ellerim kadar yakın.
Artık dünyadaki bütün çocukların annesi benim, artık dünyadaki tüm canlılarda
biraz annem var.
Yaşarken tekti, öldükten sonra ‘herşey’e dönüştü annem.