Biraz önce Big Cat's Diary bloguna yazdığım yazıyı buraya da aktarmak istiyorum. Kedi diyorsunuz ya bana, işte ben o kedilikten onur duyuyorum!
http://bigcatsdiary.blogspot.com/2012/07/sizin-insanlgnz.html
Gelin size sizin insanlığınızı anlatayım biraz.
Onur yürüyüşüne gidiyorum, az bir vakit kalmış ve elimde bir sürü eşya var bir kısmı uzun plastik boru, giderken çöpe atacağım.
Evden
çıkar çıkmaz yerde bir yavru kedi görüyorum, daha doğrusu bir ceset,
bir gözü yok, bakmamaya çalışıyorum, bağırsakları az ötede, rüzgar var.
Elim kolum dolu ama onu orada öylece bırakamam bırakanın yaptığı gibi.
Çöp
poşetimde bir sıyrık açıyorum, ıslak mendil çıkarıyorum ve kediye
bakmadan çöp poşetine sokmaya çalışıyorum. Siz ne yapıyorsunuz? Ben
elimde kolumda onca eşya varken cenazeyi kaldırmaya çalışıyorum, sizin
insanlığınız ise rüzgarın açtığı bacaklarımı izliyor ve ağzının suyu
akıyor, kadınlı erkekli. Bu arada bacaklarım güzel değil, siz
çirkinsiniz! Bacaklarım sizin çirkin ve iğrenç olduğunuz kadar asla
güzel olamaz zaten!
Yardım talebi mi? Dalga mı
geçiyorsunuz? Sonra bağırsakları almam gerek ama allah kahretsin ne
biçim bir rüzgar var... bir türlü poşete sokamıyorum, elim ayağım
titremeye başlıyor, bakmadan kaldırmaya çalışıyorum sizin insanlığınızın
pisliğini... Elim kolum hala dolu çöpe doğru hızlı hızlı gidiyorum,
ağladığımı söylememe gerek var mı?
En son çöp yolunda
boruları atıyorum elimden çünkü poşeti toparlayamayacağım... Ağlayarak
kedili poşeti atıp borularıma dönüyorum ve onları da atıyorum.
Onur
yürüyüşüne giderken ve hatta ritm ekibinin arkasında olmama rağmen -en
eğlenceli yerlerden biri- göz yaşlarımı tutamıyorum, sanırım en az bir
saat sürekli ağlıyorum, göz yaşlarımı tutamıyorum, tutamıyorum,
tutamıyorum.... Billur tuz gibi akıyorlar, akıyorlar, akıyorlar...
Bugün
sabah Ümraniye'de iki göz toplam 12 metrekare mutfağı olmayan, suyu
olmayan, tuvaleti dışarıda bahçeli bir evde yaşayan kadına barınağa ve
belediyeye göndereceğim paketleri götürmesi için bir arkadaşıma
veriyorum. Kadın temizlikçi, geliri yok çünkü artık yaşlı ve
çalışamıyor, ve o gecekonduya her ay 350 lira ödüyor, suyu yok. O hali
ile bahçede ikisi felçli 8 köpek ve yirmiye yakın kedi bakmaya
çalışıyor. Kadının yiyecek ekmeği yok, yani var ama küflü. Yanına
koyacağı bir peynri bir bir şeyi bile yok. Komşulardan aldığı su ile
küflü ekmekten papara yapıp hayvanlara yedirmeye çalışıyor. Kadına konu
komşu bakıyor ya da bakmaya çalışıyor. Ben kadının hikayesini duyduğum
gün boyunca durmaksızın ağlıyorum, kıyafetler olur mu olmaz mı bilmeden
en azından genel olabilecekleri de araya katıp giysi de göndermeye
çalışıyorum, hayvanların altına sereceği örtü, annem ve babamın yastığı,
felçli köpeklerin başının altına koyar, bebeklik yastıklarımdan biri...
Arkadaşım dokuz koca paket mama ile götürecek ya da götürdü bunları.
Tüm bu yüklemeleri yapmak için erken kalkıyorum ama kötüyüm, işlem
bitince yatıyorum tekrar.
Rüyamda beni yemyeşil
giydirmişler, hemşire muamelesi görüyorum bir hastanede, ben damar yolu
nasıl açacağım, bilmediğim bir o var derken çalan telefona uyanıyorum.
Sancım var, reglim.
Arkadaşım Digiturk'ün orada bir
kediye araba çarptığını, kedinin durumunun çok kötü olduğunu, veteriner
teknisyenin yıllık izinde olduğunu, kısacası gidip alabilecek kimse
olmadığını söylüyor. Pijamalarla ve yataktayım. Tamam diyorum, ikinciye
aradığında veterinerde olmama şaşırıyor, çünkü hayat memat meselesi ise
elime ne geçtiyse giyip koşuyorum, serde kısa mesafe koşuculuğu da var.
Kediyi
arıyorum güya ora ile ilgilenen görevli 'Çöpe atmışlar,' diyor, 'Ben
çıkardım çimlerin üzerine...' Ağzıma ne gelirse bunu yapana
söyleniyorum.
Hayvan can çekişiyor, yüzü gözü çok fena,
ağzından kan gelmiş, ağzı açık gözünü açamıyor. Yine de dayan kuzum
diyerek zarar vermeyeyim diye bu sefer sadece hızlı yürüyerek veterine
gidiyorum. Kafa travması...
O an daha fazla acı
çekmesin istiyorum ama arkadaşım gerekli her şeyin yapılmasını istiyor
telefonda. Bazen gerekli işlemler yapılınca kendilerine
gelebiliyorlarmış. Bu gelmeyecek, ben biliyorum ama deniyoruz.
Transamine çıkarıyorlar, ağlamaya başlıyorum, annem geliyor aklıma,
içimden umarım transamine kutusunu atmışımdır evdeki diye geçiriyorum.
Kediye
yapılabilecek her şey yapılıyor ama kendine gelmek bir yana daha da can
çekişiyor. Beni bilen bilir, yaşam ümidi varsa sonuna kadar giderim.
Kediyi daha fazla acı çekmesin diye uyutuyoruz. Ben hem götürürken hem
uyuttuğumuzda bunu yapan şerefsizin o küçücük yolda, hızlı gidilebilecek
bir yol değil ama gidiyorlar, kaza yapmasını, ağzının burnunun
yamulmasını, belasını bulmasını diliyorum. Bari veterinere götür
şerrefsiz! Ne diye üstüne çöpe atıyorsun... Senin hatan yüzünden daha
fazla can çekişsin, acı çeksin diye mi?!
Kedicik, daha üç dört aylık uysal cici kedicik şimdi kedi cennetinde. Sizin insanlığınız da tam da bu işte!
Ve ben aynı Ümraniye'deki okuma yazma dahi bilmeyen teyze gibi dev bir kedi olmaktan onur duyuyorum!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder