21 Aralık 2011 Çarşamba

emdr

 ne zaman birinin bu yöntem için eternal sunshine of the spotless mind benzetmesi yaptığı görsem, kusasım geliyor. aynı şeyi avrupa yakası adlı dizi panik atak hastalığı ile burhan altıntop karakteri üzerinden dalga geçtiğinde de hissetmiştim, hala da hissederim ama hakkını yemeyelim, bu daha hafif.

konu üzerine ihtisası olan psikolog ibrahim eke'nin(davranış bilimleri enstitüsü) anlattığına göre, ki kendisi başarılı bir uygulayıcısıdır, yöntem türkiye'de ilk olarak '99 depreminde kullanıldı. depremin getirdiği travmanın etkilerini silmekte çok büyük başarılar elde edildi.

emdr sanıldığının aksine hafızayı silmiyor, bildiklerinizi unutturmuyor, en azından unutmak istediklerinizi. sadece olaya bakış açınızı değiştiriyor, olaya verdiğiniz tepkileri değiştiriyor, elinize iki adet top veriyorlar siz duygularınızı derecelendiriyorsunuz, defter tutuyorsunuz, değişmek için ciddi emek harcıyorsunuz. bir safe place'iniz oluyor. sıkıştığınızda oraya kaçıyorsunuz vs

ben bu konuda danışmanlık almaya gittiğimde psikoloğun bana söylediği ilk şey "siz 4 senedir neredeydiniz?" oldu, gerçi orada istanbul tıp fakültesi psikiyatri bölümü doktoru sibel çelik'in büyük hatası var, iki sene sonra çektiğim acıya dayanamayıp geçirdiklerimin panik atak krizleri olduğunu bilmeyip hayatımda ilk kez bir psikiyatrın kapısına yardım için gittiğimde elime tutuşturulan bir serotonin ilacı ve üç hafta sonra gel'le ve yaşadığım acı nedeni ile aşağılanmayla kalakalmıştım. ilacı kullanmadım, herhangi bir danışmanlık servisine yönlendirilmedim ve bunu meslektaşlarına da defalarca belirttim. o isim hala kulaklarımda çınlar, sibel çelik, insan mısın sen? sonradan öğrendim ki çapa'nın danışmanlık kısımları varmış, oraya yönlendirmek yerine yaşadığım travmayı ve çektiğim acıyı aşağılamasını da ekleyerek bir kutu serobilmemneye hapsetmeye kalkmıştı. hastaneden zırıl zırıl ağlayarak çıktım, kendimi iğrenç hissettiğim nadir anlardan biridir. beni tanıyanlar bilir, kolay ağlamam, ağlayamam. elbette bir daha gitmedim. dikilecek daha fazla tüye ihtiyacım yoktu. iki senedir çeşitli hormon, şeker bilmemne testleri ile nedeni ortaya çıkarılamamış iç sıkıntım kendi başına bana yetiyordu. ki iki sene bile geç bir süreydi, ben emdr yöntemini duyana kadar dört sene geçmişti. çok acı çekiyordum, acımı yazılarıma kusarak hafifletmeye çalışıyordum. olmuyordu. evet, benim de bir kara kaplı defterim var. psikologuma defterimi götürdüğümde okuyacağına hiç ihtimal vermemiştim. okudu ve beni şaşırttı. ve beni baştan uyardı, bu yöntemi uygulamayı kabul edersem artık böyle yazamayacaktım. ne demek istediğini ve nedenini anlamadım. yazmak benim için o noktada artık mühim değildi. çok acı çekiyordum. çektiğim acı artık dayanılır gibi değildi, ben de "normal" olmak istiyordum artık. dayanamıyordum. kabul ettim. hem acılarımı yazdığımda elime ne geçecekti ki? oris'im kilitliydi. kaybedecek bir şeyim yoktu, ben öyle sandım.

travma odaklı bu çalışmada kısa sürede "sonuç verdim". artık "iyiydim". bundan sonrası emdr sız gidecekti. aşmıştım, oley oley yuppiydi. ben öyle hissetmiyordum ama psikologuma çok güvendiğimden onun bildiği ve bende gördüğü bir şey var, demek ki gerçekten iyileştim, diye düşündüm. emdr'ın açtığı boşluk içinde anlamsızca süzülüyordum. sanki ölüm gibi bir şey oldu ama bu ölüm beyazdı. ben "iyiydim".

nereden bilebilirdim ki emdr sadece akneyi boşaltmıştı, ben hala "hastalanıyordum" ama nedenini anlayamıyordum.

sanırım tekrar "hastalandığımda" üzerinden iki sene geçmişti. bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine mustafa sercan'a danıştım. iyi ki de danıştım, ilaç gerçekten gerekli olmadığı sürece ilaç vermeyen biri olduğu gibi aynı zamanda ilaç verdiğinde de uygun dozu hasta ile ilk hafta her gün telefonda konuşup ayarlaması daha ilk haftadan bir şeyleri değiştirmeye başladı bende. güvenimi kazandı. "hastalanıp" danıştığımda hayatımda birçok şey kötü gidiyordu, kapkaççılıktan nasibimi almıştım, kaybettiğim para ile ofisimin ortaklığından da çıkmak durumunda kalmıştım çünkü belimi de beraberinde incitmiştim, çalışamıyordum, anneme kanser teşhisi konmuştu, kemoterapi alıyordu ama sonuç alamıyordu, başka bir şehirdeydi, başkaları bakıyordu, ben gidemiyordum, yetmiyormuş gibi de okuldan atılmak üzereydim, kendimi toparlayıp en azından bir tarafı düzeltmem gerekiyordu, belimin ağrısından oturamaz haldeydim, uzun lafın kısası nedenim çoktu "hastalanmak" için, çoğu insan için bunların biri bile "hastalanma" nedeni idi. ama psikiyatrım dedi ki "siz bu travmayı atlatamamışsınız," dedim "nasıl olur? atlattım ben onu, belgelerim var, emdr tedavisi bile gördüm ben." o an anladım psikologun vakti ile beni neden uyardığını, içim boşalmıştı, içim bomboştu ama yara duruyordu. ilk günkü kadar taze, oradaydı, ben onu hissetmiyordum hatta orada olduğunu bile unutmuştum. eskisi gibi yazamıyordum, eskisi gibi hissedemiyordum ama hala "hastalanıyordum." psikiyatrımın dediği ise tüm bunların nedenini ortaya koyuyordu, "bir akneniz var, siz aknenin içini boşaltıyorsunuz ama akneyi kökünden kurutmuyorsunuz, sonra ateşiniz çıkıyor, benim niye ateşim çıktı diyorsunuz," haklıydı. sonuna kadar haklıydı. ben içimi boşaltmıştım, kökü hala orada duruyordu. aynı yirmilik dişlerimin iltihaplandığı dönemler gibi, dişimde hiçbir şey yok, ben yazın ortasında 39 derece ile yanıyorum ama nedenini bilmiyorum... o iltihap orada kaldığı sürece de bir sürü "hastalandım", ta ki bir röntgende durum ortaya çıkana kadar. keşke ruhumuzun röntgeni de böyle kolay çekilebilseydi... bir de o sonradan gelen unutkanlıklar var... neyse kısa sürede beklenmedik, en azından doktorum beklemiyordu, bir atak yaptım, şaşırtıcı bir şekilde pek çok şeyi yoluna koydum vs vs sonra doktorum şehir değiştirdi...

sonuçta emdr'ın benim için tanımı tam da budur: bir akneniz var, siz aknenin içini boşaltıyorsunuz ama akneyi kökünden kurutmuyorsunuz, sonra ateşiniz çıkıyor, benim niye ateşim çıktı diyorsunuz.

benim hala ateşim çıkıyor.

(02.04.2011 03:59)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder